Adolescence: Sistem nasıl öldürür?
Diğer
23 Mart 2025
Bir canavar nasıl yaratılır sorusu, belki de en kolayıdır. Ama canavarlık nedir? İşte bu çok daha karmaşık bir soru.
Kafamdaki tüm soruları, kimi zaman birbirine değen, kimi zaman yalnızca teğet geçen onlarca düşünceyi, bulduğumu sandığım cevapları, yanıldığımı fark ettiğim hipotezleri anlatamayacağımı bilerek bir yazıya başlıyorum. Umarım bu labirente benimle birlikte girmeye hazırsınızdır; çünkü burada kesin cevaplar yok, kafamız daha da karışacak.
Siyahla beyaz kolay. Renkler zor. Tonlar zor. Kim iyi, kim kötü kolay. Eskinin kötü adamı, bile isteye kötücül kahkahalarla ortalığı yıkan ve sonunda kazanamayacağını bildiğimiz kişiydi. Eskiden kötülük, dışsallaştırılmış bir tehdit olarak, bir canavar, bir tiran, bir felaket gibi belirli bir kaynağa sahipti. Oysa günümüzde kötülük, gerçek ile kurgu arasındaki sınırların bulanıklaşmasında, algının manipülasyonunda, hatta bilginin kendisine duyulan güvensizlikte ortaya çıkıyor. Spider-Man: Far From Home filminde Mysterio karakteri bu yeni kötülüğün somut örneği, düşman artık fiziksel bir varlık değil, sanal imgelerle yaratılan yanılsama. Kahramanın görevi yalnızca düşmanı alt etmek değil, aynı zamanda neyin gerçek olduğunu ayırt edebilmek. Böylece kötülük, tıpkı yeni sanallık kavramında olduğu gibi, artık anlamın ve temsilin çöktüğü bir zeminde şekilleniyor.
Bu anlatının bir yankısı da işte Adolescence dizisinde karşımıza çıkıyor; ancak burada kötülüğün izini sürmek çok daha zor. Nesiller boyunca sessizce aktarılan, bazen açıkça, bazen gündelik alışkanlıklar içinde sinsice yerleşen eril şiddet, görünür bir kötülükten çok bir atmosfer, bir eğilim, bir aktarım biçimi. Bu nedenle ebeveynler çocuklarının karanlık eylemleriyle yüzleştiğinde sadece dehşete kapılmaz, aynı zamanda büyük bir şaşkınlık yaşar: “Nerede yanlış yaptık?” İzleyenler, bir tür içsel direnişle, hikâyede hâlâ bir umut arar: “O yapmış olamaz,” derler, hatta kendilerine bile itiraf edemedikleri bir inançla söylerle bunu. Ama her inanan izleyicinin içinde, gerçeği bilen, görmeyi reddeden küçük bir başka izleyici daha vardır. Ve o, farkındadır, ortada telafisi mümkün olmayan bir trajedi vardır. Burada anlatılan şey, belki de en sarsıcı olanı, artık bazı eylemler, ölümcül bile olsalar, saf kötülük olarak görülmüyor. Bu bize göre bir trajedi ama sınıftaki çocuklara göre değil. Suçun doğası değil, anlamı değişmişti bir kere, geri döndürülemez biçimde. Ve belki de en korkutucu olan bu. İnsanların yaptıklarıyla değil, yaptıklarının nasıl algılandığıyla var olan bir dünyada, hiçbir şey gerçekten yanlış sayılmaz.
Daha önce bu hikayelerde kimin suçlu olduğunu merak ediyorduk, ardından daha gayri şahsi bir düzlemde, bunun toplumun hangi yoz yapısının sonucu olduğunu bulmaya çalıştık, şimdi ne kim suçlu, ne bu neden oldu diye soruyoruz. Şimdi bir sonraki faza geçtik. Bizim bunun neden olduğunu düşündüğümüz düzlemle, bunların olduğu düzlem çakışmıyor. Dolayısıyla her şey çok güzel olacak diyerek bunları çözebileceğimiz günler de geride kalalı çok oldu.
Frankenstein’ın canavarı açıkça bir ucube olarak görülüyordu. O dışlanır, korkulan biri haline gelir, her karşılaşmada toplum tarafından bir tehdit olarak işaretlenir. Onun öfkesi, reddedilmeyle doğrudan ilişkili; toplum onu görmezden gelmez, aksine onu bir anomali olarak belirler, ondan kaçınır, onu canavar olarak şekillendirir. Bu yüzden onun hikâyesi, dışlanmışlığın kaçınılmaz öfkesi üzerine kurulur. Ama Jamie öyle değil. Jamie sabit, tek bir çizgi üzerinde ilerleyen, sadece dışlanmış olduğu için şiddete başvuran bir figür değil. O sürekli kayıyor, bir kimlikten diğerine geçiyor. Bir anda öfkeli, sonra şefkatli, sonra savunmaya geçiyor. Birkaç saniye içinde tehditkâr, kırılgan ve umutsuz olabiliyor. Çünkü o canavar değil, sadece ergen. Bir laboratuvarda yaratılmadı, bir kasabanın laneti olmadı, onu dış dünyadan ayıran belirgin bir farklılığı yok. O, sıradan bir çocuk, o bir ergen. Canavar onu yaratan toplum ve bu canavarı yarattığını fark etmeyeni fark ettiğinde umursamayan, anlamayan her kurum.
Korkutucu olan da bu. Adolescence, bize açıkça “işte burada bir canavar var” demiyor. Bize, herkesin içinde birikmiş hazır öfkenin nasıl normalleştiğini gösteriyor. Jamie'nin öfkesi, bir anda patlayan bir volkan değil; gündelik hayatta, küçük kırılmalarda, göz ardı edilen işaretlerde şekillenen bir süreç. O, toplum tarafından dışlanamaz; tam tersine bir kahraman-anti kahraman anlatısının baş kahramanı olur, onun hikayesi de birkaç haftalığına dilden dile dolaşır. Bir cinayet işlendiğini zerre umursamayan o okulun bir parçasıdır. Hatta kimilerince kabul görür, kimilerince kahraman olabilecek bir gücü taşır.
Frankenstein’ın canavarı, bir gün yaratıcısıyla yüzleşerek, Beni neden yarattın? diye sorabilir. Ama Jamie’nin yaratıcıları kim? Ebeveynleri mi? Sosyal medya mı? Eğitim sistemi mi? Hepsini şekillendiren toksik erkeklik mi? Onun soracak kimsesi yok, çünkü onu yaratan şey tek bir kişi ya da olay değil, iç içe geçmiş bir sistem. Ve biz, onun hikâyesini izlerken, kendi yarattığımız bu sistemin iç yüzünü görüyoruz. Her sistem ayrı ayrı çökmüş, her biri ayrı ayrı birbirinden başarısız olmuştur çoktan ve dahası bunu nasıl düzeltebileceğimiz hakkında en ufak bir fikrimiz yoktur. Hatta dahası bunu düzeltmek isteyen bir avuç insan kalmışızdır. Ama bir dakika, düzeltmek de nedir? Bakın yine sisteme yabancı sorular.
Sadece canavarların canavar çocukları olmuyor işte. Hayır. Adolescence bize bundan çok daha rahatsız edici bir gerçeği gösteriyor: Eril şiddet, gözümüzün önünde, günlük hayatın içine öyle yayılmış ki. Büyük patlamalarla, ani öfke krizleriyle değil; sıradan anların, küçük kırılmaların, göz ardı edilen işaretlerin toplamında oluşuyor. Şiddet, yalnızca kötü ebeveynlerin çocuklarından çıkmıyor. O, sıradan evlerin, sıradan hayatların, sıradan öfkelerinin içinde birikiyor.
Jamie’nin hikâyesi, basit bir suç anlatısı değil. O, hegemonik erkekliğin nasıl bir cehennem yarattığını, toplumsal cinsiyet performansının bu döngüyü her seferinde nasıl yeniden ürettiğini gösteriyor. Erkeklik, sadece güç ve tahakküm üzerinden tanımlandığında, çocukların öfkesi nereye akar? Şiddeti bir çözüm olarak gören bir dünyada, bir çocuğun elleri neyi tutmaya yönelir? Bıçakları mı? Dizi, bu sorulara doğrudan cevap vermiyor. Ama hepimizi bu sorularla baş başa bırakıyor. Her bölüm, hayatın başka bir yönünü açığa çıkarıyor. Adolescence, yalnızca tek bir suç vakasını değil, suçun etrafında dönen tüm bir ekosistemi anlatıyor. Olayın yaşandığı 13 ay boyunca, umarsız öğrencileri, yollarına devam etmeye çalışan ama içten içe........
© T24
