Daha kötüsünü görmüştük ama bu defa en tehlikelisi oluyor: Kanıksıyoruz
Diğer
11 Eylül 2024
Güney ve Batı Anadolu işgal altındaydı, Fransız ve İtalyanlar güneyde, Yunan kuvvetleri İzmir üzerinden Ege'de, İngiliz süvarileri istiklal caddesinde dolaşıyordu, Osmanlı döneminin borcunu tahsil etmek için alacaklılar Düyun'u Umumi idaresini kurmuştu. Yağmur, ördek, burun ve benzeri "netameli" kelimeler sakıncalıydı, Padişah bu kelimelerden alınıyor, bunların başka düşünceleri tetiklemesinden kaygılanıyordu.
Neredeyse bugünkü gibi, değil mi?
O, Sultan II. Abdülhamit, bir Osmanlı olarak, tüm önceki padişahlar gibi iktidarı babadan devralmıştı. Bu kez Cumhuriyet Türkiye'sinde, çalışıp didinerek, son dönemde çeşitli, "hiçbir şey olmasa da bir şeyler oldu" gibi fevkalade mizah örnekleriyle dolu, ama aynı zamanda toplum için "pahalı" seçim ve halk oylamalarıyla kurgu çatıldı.
İtiraf edelim, henüz 19. yüzyılın sonlarındaki o hale gelmedik. Atatürk, tamamen çözülmüş, çürümüş bir yönetimi, müthiş bir maddi yokluk, onu yenecek kadar güçlü bir inanmışlık, irade ve azimle döndürdü. Temel yönetim ve eğitim kurumlarını yerleştirdi. Bugünkü Cumhuriyet'e kavuştuk.
Ama korkarım 2017'de girdiğimiz siyasal tüneli ve üç yıldır yaşamıza hükmeden ekonomi yönetimini tehlikeli bir şekilde "kanıksıyoruz". Ölçümüzü yitirdik. Ne bir metre, ne bir kilo değer bağlamında aynı şeyi ifade etmiyor artık. Turgut Özal Anayasa'yı delerken "alışacaksınız" demişti, çaresiz, alıştık. Bu kez adeta uyuşturucu almış gibiyiz, kanıksıyoruz.
Söylenenleri anlamaya çalışıyorum. Yargıtay "Batı hukuku (o neyse) bize uymuyor, "Türk tipi" milli hukuk yapalım demiş. Bir Mülkiyeli olarak, Roma hukuku, Anglosakson dünyada "case law", şeriat hukuku gibi çeşitli farklı uygulamalardan oluşan hukuk kavramlarını duymuştum. Ama Ankara Hukuk Fakültesi'nden mezun olduğunu öğrendiğim Yargıtay Başkanı bilgime Batı hukuku karşısında "milli hukuk" gibi bir kategori ekledi. Kastı olsa olsa aydınlanma dönemi hukukudur diyeceğim, çünkü mevcut yönetim aydınlanma dönemine karşıdır.
Dün ünlü bir sayfiye şehrimizde yaşayan bir arkadaşımızdan şu mesajı aldım, aynen kopyalıyorum:
"Şampanyalar, veuve clicguot hemide, su gibi aktı. Muhteşem yemekler, sokağa kadar beyaz güller her yerde. Aman ne güzel genç kızlar, ne şık kıyafetler, erkekler smokinler içinde. Davetlilere bir sürü hediyeler. İnsanlar eğleniyor, gülüyor, şarkı söylüyor, dans ediyor. İşte abiyciğim benim Türkiyem bu. Gerisini boş ver."
Düğün sahibi nereliydi dedim, Kuzey Anadolu kasabamız olduğunu söyledi. Oysa ben "oralıları" tutumlu olarak bilirdim. Demek para kazanmak onların da huyunu değiştirecek kadar kolaylaştı!
Kulaklarımız bazı kelimeleri ayırt edemiyor. En kötüsü, algılama gücümüz hemen hemen kalmadı. Yaşadığımız yerde 1 1 daire kirası 90 bin, 3 1 150 bin. Tabii bu rakamlar, şimdilik, TL! Buralarda oturabilmek için bunun üç katı aylık gelir gerekli. Demek bu paralar kazanılıyor. Simitçi bir simit için 15 TL isteyince, 20 TL demediği için seviniyoruz. Lostra salonu ayakkabı boyası için 150 TL istiyo. Pahalı deyince, Londra'da 5 Pound, yani 225 TL diyor. Yani gündelik yaşamda Avrupalıyız, ama Avrupalı gibi katma değer üretmeden. Gemi "bir şekilde" yürüdüğüne göre dert etmemeliyiz, değil mi? Yoksa siz de benim gibi tasalanan ve kanıksamayanlardan mısınız?
Olaya bir başka açıdan bakalım.
İstanbul'daki veya Türkiye'deki "yaşam kalitesi" bunu haklı gösteriyor mu? Çünkü bu rakamlara itiraz -isyan edince (isyan başka şeyleri anımsatabilir, dikkatli kullanmalı), Avrupa'da da benzer fiyatlar var yanıtını alıyoruz. Pekala yaşam kaliteleri karşılaştırılabilir mi? [1]
Economist Intelligence Unit küresel tanıma uygun şehirleri "yaşanabilirlik düzeyi" itibariyle........
© T24
visit website