menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Bu coğrafyada hiçbir sembol tesadüf değildir: Siyah Sancak efsanesi

10 0
11.10.2025

Cumhurbaşkanı Erdoğan, simgeleri tesadüfen seçen yahut farkında olmayan bir lider değil. Her ayrıntıya muntazam itina gösteren ve bununla mesaj vermeyi bilen bir siyasetçi.

Örneğin 2024 yılındaki Cumhuriyet kutlamaları özellikle Vahdettin Köşkünde takip edilmişti.

Yine yanındaki yöresindeki subayların kılıçları kınında değildi.

Ya da Ayasofya’daki hutbelere kılıçla çıkılması son yıllardaki bazı ilginç sembollerden birkaçıdır.

Bunun gibi zaman zaman gündeme getirilen simgelerden birisi de siyah sancaktır.

Türk askeri ve istihbarat tarihinde çoğu efsane ile karışık da olsa “Siyah Sancak”ın temsil ettiği pek çok anlam literatürde karşımıza çıkmaktadır.

Siyah Sancak ne zaman ortaya çıktı?

Bu bayrağın Osmanlı askeri ve siyasi jargonuna ilk defa Yavuz Sultan Selim zamanında görüyoruz.

Siyah Bayrak her şeyden evvel hilafet makamını temsil ediyordu.

Hilafet makamının Osmanlılara tam olarak nasıl geçtiğine dair rivayetler muhtelif bir görünüm arz etmektedir. Sultan Murat Hüdavendigar ve Fatih Sultan Mehmet bu makamı sıfat olarak üzerine almaya çalışmışsa da Halifelik makamını resmen üzerine almayı başarabilen kişi ‘Hâdimü’l-Haremeyni’ş-Şerifeyn: Halife Yavuz Sultan Selim’dir. Bu da Mekke ve Medine’nin Osmanlı’ya katılması ile mümkün olmuştu.

Bu ayrıntıdan anlaşılabileceği üzere bazı çevrelerce bugün Halifeliğin geri gelebilmesi için; hükümdarın Mekke ve Medine’nin idaresini elde tutması elzemdir. Aksi halde kendisini halife ilan edecek kişi Kureyşli olmamak ithamıyla suçlanacaktır.

Osmanlı bu ithamların önünü kesebilmek için Lütfi Paşa’ya “Halâsu’l-Ümme fî Ma’rifeti’l-Eimme” risalesini yazdırmıştı. Yine de İngilizlerin teşvikiyle Osmanlı hilafetine karşı en büyük Arap isyanlarının temel dayanak noktası ‘Halifenin Kureyşli olmaması’ suçlamasıydı. Halifenin Kureyşli olması gerekliliği iddiasını savunanların başında da İbn-i Haldun geliyordu. Haldun her ne kadar nesebin gözetilmesindeki mantığı tam olarak açıklayamıyorsa da bu konudaki maslahatı tartışmaya kapatıyordu. Ona göre peygambere ülfet, nizam için olmazsa olmazdı;

“Bütün şer’î hükümler için mutlaka bir takım maksatlar ve hikmetler vardır. Dinî hükümler bunları ihtiva eder ve bunlar için teşri edilir. Biz Kureyş nesebinden olma hususunun şart kılınmasındaki hikmeti ve Şâri’in bundaki maksadını araştırdığımız zaman, umumiyetle zannedildiği gibi bu hususta Nebi (s.a.)’nin vuslatı (ve nesep bağı) ile teberrük etme hali ile iktifa edilmediğini göreceğiz. (Sırf Hz. Peygamber’le ilgili güzel bir hatıradır, diye onun kabilesinden olma şart kılınmış değildir). Her ne kadar söz konusu vuslat (ve Nebi’nin soyundan olma hali) mevcut ve onunla teberrük hasıl olmuş ise de,........

© SuperHaber