Emeğin dostu Aziz Konukman’a armağan: 'Türkiye Ekonomisinin Serencamı'
Yeni yılın ilk yazısında bir hoca, bir dost, bir yoldaş Prof. Dr. Aziz Konukman için hazırlanan ve kendisine geçtiğimiz yılın son haftasında yakışıklı bir törenle takdim edilen Türkiye Ekonomisinin Serencamı başlıklı kapsamlı bir kitabı dikkatlerinize sunmak istiyorum.
Sevgili Aziz Konukman öncelikle, editör dostlarımızın önsözde yazdıkları gibi “hocaların hocası sıfatını hak eden, anlattıkları, öğrettikleri ve vurguladıklarıyla kamucu iktisadı önceleyen ve ülkemizin en önemli iktisatçıları arasında yer alan bir bilim insanıdır”. Özellikle son 45 yıldır yurttaşların beynini muhallebiye çeviren, insan zayiatı yüksek neoliberal modelin ülkemize etkileri hakkındaki vurguları ve bunu kendine has teatral üslubuyla gittiği her toplantıda, kongrede, konferansta ve televizyon - radyo programlarında dile getirmesi, bazı kavramların bizim iktisat dilimize yerleşmesinde büyük katkısı olmuştur.
Aziz Konukman hocamı her dinleyişimde ünlü İtalya komünisti Christian Marazzi ve dilimize de çevrilmiş Sermaye ve Dil isimli kitabı gelir. Aziz hoca, Marazzi’nin önerdiği gibi egemen iktisat ideolojisi ve sermayenin diline karşı emeğin diliyle mücadele eder.
Kitabın genç editörleri; Artvin Çoruh Üniversitesi’nden Doç. Dr. Orhan Şimşek, Niğde Ömer Halisdemir Üniversitesi’nden Prof. Dr. Ahmet Arif Eren ve Artvin Çoruh Üniversitesi’nden Araştırma Görevlisi Mert Şakı gerçekten onca akademik yükleri arasında yirmi beş ayrı bilim insanının yirmi makalesini tedarik ederek bir araya getirip ülkemizde sosyal bilimler alanındaki çölleşmeye meydan okurcasına bir çaba ile 461 sayfalık yapıtı ortaya çıkarmışlar, kendilerini yürekten kutluyorum.
Ancak bir konuda da eleştirimi not etmek istiyorum. Eleştirim kitabın kapağı ile ilgili. Efendim bir kişiye “armağan” çıkarıyorsanız (tematik olsa da) armağan çıkardığınız kişinin fotoğrafı mutlaka ön kapakta yer almalıdır. Bu konu gelenek olarak tartışmaya kapalıdır. Oysa bu kitapta sevgili Aziz Hocamızın fotoğrafı arka kapağa basılmıştır.
Bir de kitabın isminde yer alan “serencam” kelimesinin kapağa yansıyışı ile bir noktaya dikkat çekmek istiyorum. TDK’nın sözlük sitesinde serencam; bir olayın, işin sonu ve akıbet olarak yer alıyor. O zaman soruyorum, ön kapaktaki oldukça amatör grafik ve liranın işareti olan görselin serencam ile ne ilgisi var? Umarım kitap ikinci baskı yaparsa bu eleştirim dikkate alınır.
Kitapta, editörlerin önsözünü takiben Aziz Konukman’ın kısaltılmış öz geçmişi yer alıyor.
Armağandaki ilkyazı Marksist iktisadi düşüncenin ülkemizdeki efsane ismi Prof. Dr. Korkut Boratav’a ait. “Öğrencim, Meslektaşım, Dostum, Tanıdığım Aziz Konukman” başlıklı yazıyı Korkut Hoca şu cümle ile bitiriyor: “Devam et, sevgili Aziz. Başım sıkışınca bana da çok şey öğrettin. Hepimizin sana ihtiyacı sürecektir”.
Kitapta, editörlerin önsözünü takiben Aziz Konukman’ın kısaltılmış öz geçmişi yer alıyor.
Armağandaki ilkyazı Marksist iktisadi düşüncenin ülkemizdeki efsane ismi Prof. Dr. Korkut Boratav’a ait. “Öğrencim, Meslektaşım, Dostum, Tanıdığım Aziz Konukman” başlıklı yazıyı Korkut Hoca şu cümle ile bitiriyor: “Devam et, sevgili Aziz. Başım sıkışınca bana da çok şey öğrettin. Hepimizin sana ihtiyacı sürecektir”.
Serdar Şahinkaya tarafından hazırlanmış: “Cumhuriyet İktisadının Halkçı – Kamucu- Devletçi Taşıyıcı Kolonları ve Günümüze Dair Kimi Tespitler” başlıklı ikinci makalenin son sözü şöyledir: “Türkiye Devleti, Kamucu - Kalkınmacı – Halkçı Devlet niteliğini yeniden kazanmalı, reel sektörün yapısını çağa uygun iyileştirmelerle geliştirmek, tüm sektörler çapında emek üretkenliğini artırmak ve buna paralel bölüşümü adaletli hale getirmek için planlamayı yeni bir anlayışla merkeze koymalıdır. 1923 Cumhuriyeti kurulurken ilki laiklik olan bir takım ‘mecburiyetlerden’ hareket etmişti. Şimdi de bir yeni bağımsızlık, özgürlük ve eşitlik hareketi yaratmak mecburiyetindeyiz. Bu yeni bir Cumhuriyet için mücadele demektir. Evet, şimdi yeni ve devrimci bir Cumhuriyete her zamankinden çok ihtiyacımız var. Öyleyse Yaşasın Cumhuriyet…”
Orhan Şimşek ve Güneş Kurtuluş’un ortak emeği olan “Milli İktisat, Cumhuriyet ve Kalkınma: 1923 – 1929 Dönemine İlişkin Bir Değerlendirme”, Armağan’daki üçüncü makale. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan itibaren iktisadi bağımsızlık ve hızlı kalkınma amacıyla hareket eden yönetim, bu bağlamda milli bir sermaye sınıfı oluşturma arzusundaydı. Şimşek ve Kurtuluş’un makalelerinin temel vurgusu; “Milli bir sermaye sınıfı oluşturma çabaları, özel kesime dayalı bir ekonomi düşüncesi çağrıştırsa da, devlet her zaman ekonomide aktif olarak yer almıştır. Devlet müdahalesi, 1923’ten büyük buhrana kadar olan süreçte, devletçilik dönemi olarak nitelendirilen 1930-1938 döneminden daha az yer almış olsa da bu iki dönem bir sürekliliği ifade eder. İttihat ve Terakki’den süre gelen ve İzmir İktisat Kongresi (bana göre Türkiye İktisat Kongresi. Serdar Şahinkaya) ile pekişen milli iktisat anlayışı bu on beş yıl boyunca varlığını sürdürmüştür”.
Ferhat Akyüz - T. Sabri Öncü’nün birlikte hazırladıkları “Tahsilatla Harcama mı, Taahhütle Harcama mı?” yazısı 1923 – 1929 dönemine odaklanıyor. Özet tespitleri; “Osmanlı İmparatorluğu ve Türkiye Cumhuriyeti’nde Modern Para Teorisi’nin temel önermesinin geçerliliği söz konusu olmasa da hem Osmanlı hem de Türkiye Cumhuriyeti hükümetlerinin yalnızca toplanan vergiler ve borçlarla yetinmeyip harcama yoluyla para yarattıkları da açık” olduğu hususudur.
Sinan Sönmez’in “Sermaye Birikim Rejiminde Dönemeçler: İç ve Dış Devingenliğim Etkisi” makalesi, Armağan’da yer alan beşinci çalışma. Sinan Hocanın bulgularını özetlersek; “Yeni yüzyılda Türkiye’nin çekilecek fotoğrafında sistemin ana özellikleri olarak iktidar ile organik bağlantılar içinde sınırsız avantaj sağlayan şirketler dünyasında oluşturulan rant ekonomisi, bu bağlamda bir tür ‘ahbap çavuş’ kapitalizmi ve klientelizm, buna karşın giderek bozulan gelir bölüşümü ve hızla yoksullaşan halk, istikrardan uzak bir ekonomik düzen, giderek çürüyen bir toplumsal doku, işlevlerinden uzaklaşmış güvenilmez kurumsal yapılar ön planda yer almaktadır. Türkiye’de neoliberal düzenin egemen kılınması sürecinde İslamcı düşünce ve politikaların neoliberalizm ile bir tür sentez gerçekleştirdiğini de mutlaka not düşmek gerekiyor. Mevcut siyasal yönetimin dinsel söylem ve uygulama odaklı neoliberal politikaların yoğunluğunu artırdığı ve kapsamını hızla genişlettiği biliniyor. Söz konusu politikalara emekçi kesimler ile alt ve orta-alt gelir grupları ve bağlantılı sosyal katmanların yeterli tepki göstermemesi amacıyla da din –istismarı etkin bir araç olarak kullanıldı ve kullanılıyor. Siyasal yönetimin kurdurmuş olduğu veya yandaşların yönetime geldiği işçi ve memur sendikalarının katalizör rolünü üstlenmesi, neoliberal politikaların uygulanmasını olanaklı kılan diğer önemli etken olmuştur”.
Altıncı makale Müslüme Narin Hocamın. “Hanımın Çiftliği Üçlemesinden Demokrat Parti Dönemi Türkiye Ekonomisine Bakış”. Yazının kıymetli ve ilginç tespitleri var; “Orhan Kemal’in “Hanımın Çiftliği roman üçlemesinde”, CHP karşısında DP’nin güçlenmeye başladığı ve DP’nin 1950 yılında seçimleri kazanarak iktidar olduğu dönem anlatılmıştır. Her üç romana da DP döneminin Çukurova’da yaşanan politik çekişmeler, hesaplaşmalar, çıkarların yansıtıldığı görülmüştür. Orhan Kemal bu üç romanında, kişisel politik bakış açısını dile getirmiştir. Romanlarda CHP ve DP’ye yönelik eleştiriler yer almıştır. Bu eleştiriler, servetini korumak ve servetini daha da artırmak amacıyla yıllarca sırtını CHP’ye dayamış olan Muzaffer Bey’in çıkarları uğruna saf değiştirerek DP’li olması ile yansıtılmıştır. Buradan Orhan Kemal, servet ile siyaset arasındaki bağı, Muzaffer Bey karakteri üzerinden anlatmıştır. Özellikle ağaların gözünde ideoloji, parti gibi olguların çıkar uğruna kolayca vazgeçebilecekleri bir kavram olduğunun altını çizmiştir”.
Fahriye Öztürk – İbrahim Tokatlıoğlu’nun ortaklaşa emeği; “Türkiye’de Sanayileşmenin Birinci Yüzyılı” na değinmektedir. Çalışmanın bulguları; “İstatistikî göstergeler Türkiye’nin 100 yıllık sanayileşme süreci sonunda ciddi bir yol kat ettiğini göstermektedir. Ancak sanayileşme yolunda katedilen bu mesafe Türkiye’nin ihtiyacı olan sanayileşme düzeyinden hala uzaktır. İstenilen sanayileşme düzeyine ulaşmak için daha atılması gereken adımlar vardır. Gelinen noktada Türkiye’nin yapısal reformlarla desteklenmiş aktif sanayileşme politikalarına ihtiyaç vardır. Üstelik Türkiye’nin makro-iktisadi politikalarının da aktif sanayileşme politikalarına destek verecek yapıya kavuşturulması önem taşımaktadır. Türkiye’de yaygın olarak uzun dönemli stratejiler kısa dönemli taktiksel politikalara yenik düşmektedir. Diğer bir ifade ile sanayileşme için gerekli uzun dönemli stratejiler kısa dönemli politika gündem yoğunluğunda ihmal edilmektedir” şeklinde özetlenebilir.
Serdal Bahçe Hocamın makalesi, “Cumhuriyet’in Yoksullukla İmtihanı”. Serdal Hocanın kritik tespitleri ise; “Kısacası yoksulluk ve yoksunluk Türkiye işçi sınıfı açısından hem oluş hem de varoluş şartlarını yaratmıştır.........© soL
