Matem sessizliğinin içinden...
Kesif bir karanlık var hepimizin ve ülkenin üzerinde. Işıksızlıktan ibaret değil, bir mum yaktığınızda gerileyip kuytu yerlere çekilmiyor. Balçık gibi, mürekkep gibi, sanki bir bilinci varmış gibi en küçük aydınlığı dahi kuşatıp boğmaya çalışıyor.
Her sabah karanlıkta uyanıyor, işe gitmek için evden çıkıyoruz; yolda gökdelen boyu ışıklı panolarda kocaman harflerle “Günaydın!” yazıyor, ama gün bir türlü aymıyor.
Proyas’ın Karanlık Şehir filminde, bütün insanların yaşadıkları tuhaf kentte tutsak olduğunu fark eden ana karakter, bir diğerine şu soruyu sorar: “En son ne zaman gündüz, gün ışığında bir şey yaptığını hatırlıyorsun? Eski bir çocukluk anısından falan bahsetmiyorum, dün mü, geçen hafta mı?” İkisi için de bir aydınlanma anıdır, çünkü yaşadıkları yerde aydınlığın olmadığını fark etmişlerdir.
Ne Türkiye ne de dünya, yakın ya da uzak geçmişte pırıl pırıl, aydınlık bir cennet bahçesiydi. Ama bugün üzerimize çöken, vicdanı ezip aklı boğan karanlığın yakın geçmişte bir miladı var. Bundan on iki yıl önce, Türkiye halkı yaklaşmakta olan felaketi, halk olmaya has sezgileriyle fark edip büyük bir tepki verdi. Gezi parkıyla da, Taksim meydanıyla da, metropollerle de sınırlı kalmayan; tüm ülkeye yayılan, cumhuriyet tarihinde tek bir kitlesel eylem görmemiş şehirlerde dahi on binlerce insanın, ülke genelinde ise on milyonların eyleme geçtiği iki hafta yaşadık.
Bugün o iki haftanın güzelliğini hatırlıyor, belki hala ona tutunuyoruz; ama bu görkemli anı, başka bir şeyi hatırlamamızı engelliyor.
Eylemler başladığı andan itibaren sadece AKP değil, düzenin bütün siyasi partileri, hep birlikte eylemlerin karşısında durdu. Tabii her biri bunu kendi meşrebince, düzende üstlendikleri role uygun biçimde yaptı. CHP itidal çağrılarıyla, Kürt hareketi Gezi’de “darbe görerek”, henüz AKP’nin ortağı olmamış MHP ölü taklidi yapıp ortalarda görünmeyerek…
Bunun bir mantığı vardı. Gezi eylemleri AKP iktidarına yönelmiş ve hükümetin istifasını istiyor olsa da AKP karşıtlığının çok ötesinde bir politik potansiyel barındırıyordu. Bu kitlesel kalkışmanın hükümeti alaşağı etmesinin düzene büyük zarar vereceği, halkın böyle bir zaferle kazanacağı özgüvenle bir daha eskisi gibi yönetilemeyeceği gün gibi ortadaydı. Sermaye sınıfı, kapitalist düzenin ona sağladığı tüm ayrıcalıkları olmasa da 12 Eylül darbesiyle kazandığı mutlak ve sorgulanmaz egemenliği kaybetmek üzereydi.
Bu yüzden, Gezi’yi yenilgiye uğratmak için sadece AKP’nin polisi değil, sermayenin bütün uşakları hep birlikte harekete geçti. Mesele sadece eylemlerin bitirilmesi ve kitlenin dağıtılması değildi. Ortaya çıkan toplumsal enerji düzenin kapsayamayacağı kadar büyüktü. Bu enerji sönümlendirilmeliydi.
Buradan sonrası Ekmeleddin’den Altılı Masaya uzanan, her aşaması başka bir halk düşmanlığı olan, yürütücülerinin sermaye düzenin Türkiye’deki selameti adına uğursuz bir görevi yerine getirdiği büyük bir alçaklık öyküsüdür.
Gezi, Türkiye halkının aklı ve vicdanının dolaysız dışavurumuydu. Bu akıl ve vicdan,........© soL
visit website