İdeolojik hegemonya ve karşı-hegemonya
Bu hafta, geçtiğimiz hafta spesifik bir örnek üzerinden ele aldığımız “kültürel hegemonya” tartışmasını daha genel bir düzeyde sürdürmek istiyorum.
Çok temel bir eleştiriyle başlayalım: Bu tartışma daha tanım düzeyinde sorunlu; zira günümüzde kültür dendiğinde akla hemen sanat, moda, din gibi şeyler gelse de, kelime bundan çok daha geniş bir alanı kapsar. Kültür, insanın doğuştan sahip olmadığı ve ona toplum tarafından kazandırılan, bireyin toplumsallaşma sürecinde öğrendiği ve adapte olduğu (ya da olamadığı) her şeydir. Yani kültür, alet kullanımı ve işbölümü çerçevesinde tüm üretim pratiklerini de kapsayan, gayet somut ve maddi bir içeriğe de sahiptir.
Tanımdan bu maddi unsurların dışlanması suretiyle kültür kavramının daraltılması kavrama ideolojik bir müdahaledir. Bu müdahale, içinde yaşadığımız kapitalist toplumun temelini oluşturan, özel mülkiyet ve emek sömürüsüne dayalı üretim ilişkilerinin toplumsal (yani insan yapısı) niteliğinin gizlenmesi; bunların adeta kütle çekimi ya da enerjinin korunumu gibi doğallaştırılması ve insanlığın değiştirilemeyecek özellikleri mertebesine yükseltilmesine yöneliktir. Böylelikle, tanımı gereği “insanın başka türlü de yapabileceği şeyler” kümesi olan kültür, kendisinin bir alt kümesi olan “insanın mevcut egemen toplumsal düzende başka türlü yapabileceği şeyler”e indirgenir. Bu yeni ve indirgenmiş kültür alanı düzen açısından çok güvenlidir zira toplumsal mücadeleler “kültür savaşı”, “medeniyetler çatışması” ve benzeri afili isimlerle bu alana sıkıştırılabildiği müddetçe düzenin maddi temellerine yönelemez ve devrimci bir nitelik kazanamaz.
Örneğin, Türkiye’de son on küsur yıldır yürüyen ve düzen tarafından sürekli köpürtülen, batıcı liberallik ile islami muhafazakârlık arasındaki “yaşam tarzı” başlıklı mücadele uyduruk bir suni gündem değildir, milyonlarca insanı içine çekmiştir, ama sömürü düzeninin maddi temellerinin sorgulanması konusunda elle tutulur bir sonuç yaratmamıştır. Zira bu eksene........
© soL
