menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Hak! Hukuk! A-da-let!

11 32
08.04.2025

Bu yazının başlığı, son haftalardaki eylemlerde sık sık atılan sloganlardan biri.

Gayet anlaşılır, çünkü eylemlerin fitilini ateşleyen yargı operasyonu ve devamında yaşananlar, neresinden bakarsanız bakın çok sayıda hukuksuzluk barındırıyor. İktidar, “seçme, seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkı”, “toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı” ve “düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti” başta olmak üzere Anayasa’da yer alan neredeyse bütün hak ve hürriyetlere pervasız biçimde savaş açmış durumda. Çok basit bir örnek verelim: Şu anda tutuklu ya da ev hapsinde tutulan, haklarında kesinleşmiş hüküm bulunmayan üç yüzden fazla gencin büyük bölümü, üniversitelerinde dün itibariyle başlayan bahar dönemi ara sınavlarına giremiyor ve eğitim alma haklarına tecavüz ediliyor.

Ama gelin, bu üç kavram üzerinde biraz düşünelim. Hak, hukuk ve adalet…

***

“Hukuk” Arapça kökenli, kelime kökeni itibariyle “haklar” demek. Öte yandan gerçek hayatta herhangi bir hukuk sistemi sadece haklar değil, bolca miktarda yasak da içeriyor. Dolayısıyla hukuku en genel anlamda “mevcut toplumsal düzenin sürmesi için yürürlükte olan ve devlet tarafından uygulanan kurallar bütünü” olarak tanımlayabiliriz.

Modernite öncesi dönemden modern döneme ve kapitalizm öncesi toplumlardan kapitalist topluma geçişte bu başlıkta yaşanan en önemli değişim, hukukun üstünlüğü ve objektifliğinin genel bir kural haline getirilmesiydi. Yani yasama kanunları herkesi bağlayacak biçimde koyacak, yargı da bu kanunları herkese aynı biçimde uygulayacaktı.

Bu ilke, modern devletin en temel meşruiyet kaynağıdır ve son eylemlerde de gördüğümüz üzere, modern toplumun yoksul, ezilen kitlelerinin hukukun üstünlüğünden yana olmalarının temel sebebidir. Maddi zenginliğin güç demek olduğu günümüz toplumunda sıradan emekçi insanlar, objektif hukukun, vaat edildiği üzere onları zenginlerin ayrıcalıklarından korumasını; örneğin zengin piçinin teki bir yaya geçidinde sıradan bir insanı ezdiğinde yargının en azından babasının cüzdanının ne kadar dolu olduğuna bakmadan cezasını vermesini, böylece ne denli zengin olursa olsun herkesin ayağını denk almasını sağlamasını arzu ve talep etmektedir.

Ne var ki, modern toplumun sınıfları arasındaki zenginlik farkı sürekli büyümektedir. Zenginlerin zenginliği ile yoksulların yoksulluğu arasındaki uçurum genişledikçe, bu çelişkinin ağırlığı başka pek çok şey gibi hukukun da üzerine binmektedir.

***

Tartışmayı biraz daha derinleştirelim: Bir toplum sınıflara bölünmüşse, yani esasen egemen bir azınlık ve ezilen bir çoğunluktan oluşuyorsa, bu toplumda nasıl bir hukuk işler ya da işleyebilir?

Platon, temel eseri Devlet’te, Thrasimahos’un ağzından bu konuda hayli sinik bir argüman öne sürer:

Diyorum ki, adil olan kudretlinin çıkarına olandan başka bir şey değildir. (...) bazı şehirler tiranlarca yönetilir, bazılarında demokrasi, diğerlerinde aristokrasi vardır. Her birinde iktidar sahipleri efendidir. Ve her hükümet biçimi kendi çıkarını göz önünde tutarak yasalarını yapar (…) ve bu şekilde yasalar yaparak kendilerinin, yani yönetenlerin çıkarına olanın tebaaları için adil olduğunu iddia ederler.”1Platon, tüm felsefi kariyeri boyunca egemen sınıfın yanında yer almış bir gericiydi; bu satırlara işlemiş sinizm de onun için kendi arzu ettiği hukuku “kaçınılmaz” göstermenin bir yoluydu. Ne var ki insanlık tarihinin bütününe baktığınızda, Platon gibi “egemenlerden erdem, ezilenlerden itaat” bekleyen ve bu sağlandığında mükemmel bir düzen kurulacağını hayal eden gericilerin sürekli hayal kırıklığına uğradığını görürsünüz. Çünkü toplumun sınıflara bölünmesinden bu yana insanlığın tüm tarihi, egemenler ve ezilenler arasında itaatin armonisinin değil mücadelenin kakofonisinin tarihidir ve toplum sınıflara bölünmüş olduğu müddetçe........

© soL