Burjuvazinin kayıp ilericiliği
Dünya ve Türkiye’de siyaset ve genel olarak toplumsal durum öyle karmaşık, sıradan insan için öyle kafa karıştırıcı ve kaygı verici ki, bu dalgalı denizde yüzen her yılanın panik içerisinde kendisine sarılacak insanlar bulması mümkün.
Yine de, TÜSİAD yılanının yaptığı açıklamaya sarılan insanların çokluğu, üzerinde konuşmamızı gerektiriyor.
Müsaadenizle bunu konuşurken, bir köşe yazısının sınırlarını da aşmamak için meseleyi genel geçer bir bağlamda değil, spesifik bir eksende, CHP merkez kadrolarından Aykut Erdoğdu’nun attığı bir tweet ve açtığı tartışma üzerinden ele alacağım.
Erdoğdu’nun tweeti şöyle:
“Son dönemin en cesur çıkışı TÜSİAD’dan geldi. Ne diyeyim sendikalar düşünsün, ziraat odaları dertlensin, üniversiteler iç çeksin. Marx boşuna dememiş burjuva ilerici bir sınıftır. Çünkü feodalizmi devirmiştir. Ahhhh işçi sınıfı ahhhhh…”
Aklı başında bir dönemde olsaydık, Erdoğdu’ya en fazla “gel benden Marx dersi al” deyip geçebilirdim. Ne var ki sapla samanın öyle karıştığı, kavramların öyle bulanıklaştırıldığı bir dönemdeyiz ki; kaynağında cehalet değil demagoji bulunduğuna emin olduğum bu paylaşıma bir Marksist olarak yanıt vermek gerektiğini düşünüyorum.
Bu yüzden gelin, şu burjuvazinin “ilericiliği” efsanesini biraz inceleyelim.
***
Önce içinde yaşadığımız yakın-tarihsel bağlamı ele alalım: Bugün dünyada herhangi bir yerde burjuvazi ilerici olabilir mi?
Olabilir zannediliyor, çünkü işçi sınıfı 1991’de Sovyetler Birliği’nin yıkılmasıyla yaşadığı büyük yenilgiden halen toparlanamadı, siyasette kendi bağımsız hattını dayatamıyor, bu ortamda burjuvalar burjuvalarla karşılaştırılıyor ve tabii ki bazıları diğerlerine göre daha ilerici görünüyor. İşçi sınıfının bir tehdit olarak yokluğu sermaye sınıfını öyle rahatlattı ki, birbirleriyle öyle şiddetli ve pervasızca rekabet ediyorlar ki, bu karşılaştırmanın politik zemini doğuyor.
Örneğin AKP öncesi siyaset kuşağının, Ecevitlerin, Demirellerin ve benzerlerinin Erdoğan ve muhtelif kadrolarına göre çok daha yüksek bir “siyasi nezaket” ve “hoşgörü”ye sahip oldukları iddiası, kapitalist dünyanın özündeki bu değişimin siyasetin biçimine yansımasından kaynaklanıyor. Aynı karşılaştırmayı ABD’de Trump ve Truman, Fransa’da Macron ile De Gaulle, İngiltere’de Johnson ve Churchill arasında yapabilirsiniz. Sonuç aynı olacaktır.
Ve bu saydığımız çiftlerden her birinde eski ve “iyi” olanlar, tüm kariyerini işçi sınıfının kurtuluşunu engellemek üzerine kurmuş halk düşmanlarıdır.
Burjuvazi sınıf mücadelesinde “fazla” muzaffer hale geldikçe zincirlerinden boşandı ve onun zincirlerinden kurtulmuş hali, tehditkâr bir kabadayılığın siyasette giderek istisnai bir kulvar olmaktan çıkıp ana akım haline gelmesiyle sonuçlandı. Günümüzün yan yatmış dünyası, bize burjuvazi “dünyayı kendi suretinde yarattığında”, o dünyanın tastamam neye benzeyeceğini gösteriyor.
Dünyanın bu halinden sadece şu ya da bu emperyalist ülke ya da tekel değil, tüm sermaye sınıfı kolektif olarak sorumlu. Kuşkusuz birileri birilerine göre daha “kötü” şeyler yaptı, ama sermaye sınıfının hiçbir bölmesi, gidişatı durdurmak için ilerici bir pozisyon alıp mücadele etmedi. Zaten edemezdi.
Dünyayı bu hale getiren sınıftan ya da onun herhangi bir temsilcisinden, şimdi her niyeyse, onu buna zorlayan herhangi bir gerçek faktör olmaksızın “amanın, çok kaçırdık, biraz toparlayalım” diye restorasyona girişmesini beklemek sadece naiflik değil, yılana sarılmaktır.
Devam edelim…
***
Gelelim somut Türkiye gerçekliğine.
Öncelikle, AKP’yi Erdoğan ve yancıları kurmuş olabilir, ama iktidara gelmesi de, iktidarını bugüne dek burjuva siyasetinin sınırları çerçevesinde daima güçlenerek sürdürmüş olması da, diğer tüm faktörlerden daha fazla TÜSİAD’ın eseridir. 2001 ekonomik krizi öncesinde, 12 Eylül darbesiyle başlatılmış süreci tamamlayacak ve Türkiye’nin bağımsızlığını ortadan kaldıracak, Avrupa Birlikçi bir liberal dönüşümün ülkeye dayatılmasının arkasında TÜSİAD vardır. Bu dönüşüme direnecek işçi sınıfı 2001 krizi ve sosyal demokrasi cenahındaki ayak oyunlarıyla paralize edilmiş, ardından Dünya Bankası’ndan gönderilen sömürge valisi Kemal Derviş, AKP’nin iktidara geleceği 2002 Kasımına kadarki fetret döneminde dönüşümün ilk aşamasını gerçekleştirmiştir. Bu dönem boyunca gerek AKP’nin iktidara hazırlanması için yapılan görüşmelerin, gerek diğer burjuva partilerini parlamento dışı bırakıp AKP ve CHP’den ibaret iki partili bir meclis oluşmasını sağlamak için yürütülen siyasi komploların tümüne yakından bakın, TÜSİAD’ın kirli elini görürsünüz.
Ayrıca TÜSİAD sadece o dönemde değil, 2002’den bu yana AKP’nin tüm merkezi politik açılımlarında da ya açıktan destek vermiş ya “yan cebime koy” tavrı takınmıştır.
Tek bir örnek hatırlatıp geçeceğim. 2018 yazında Türkiye “Rahip Brunson krizi” ile bir kur şoku yaşanıp da Damat Berat........
© soL
