menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Doğruları yineleme zamanı

10 20
28.03.2025

İki üç haftadır niyetleniyordum. Güzel bir öykü kitabından söz edecektim. Yine olmadı; çünkü, sayılarının milyonların üstüne çıktığı söylenen genç yaşlı pek çok insan, sokaklara dökülmüş, yaklaşık iki yüzyılı aşkın bir süredir tüm dünyada yerleşiklik kazanmış genel oy hakkının kendi ülkesinde epeydir fütursuzca çiğnenişinin son örneklerine, elbette bedel ödeyerek, karşı çıkıyor ve doğallıkla bu direniş gündeme egemen oluyor.

Bu uzun ve biraz da tuhaf cümlenin ardından pat diye başlayalım. Yirmi birinci yüzyılın ilk çeyreğini devirmişken, bu demektir ki, sosyalizm diye adlandırdığımız insanlığın kurtuluşu ile ilgili bulunabilmiş tek yolun, tek gerçek çözümün ortaya atılıp, yazılıp çizilip, ter ve kan dökülerek hayata geçirilişi bir yana, çarçur edilişinin bile üzerinden onlarca yıl geçtikten sonra, üstelik, ne yıkımlara teslim olmayan onca insan inadını sürdürürken, hâlâ demokrasi falan demek olmaz. Olmasına olur da, yol bulabildiği her taraftan gelip yayılırken adına fesat deriz, fitne de olabilir, biraz daha hafifi, kendi içimizdeki hâlâ sağaltılamamış hastalığın uzantısı olarak aymazlık deriz ve hiçbirine aman vermeyiz. Tam yatışmamış bir asap bozukluğunu yaşıyor diyen olursa, kabul ederim, düzeltiyorum: Aman vermemeye, filizlenmesine ve bilmem kaçıncı kez çoğalıp yaygınlaşmasına göz yummamaya çalışmalıyız, demek istiyorum.

Bugün her türlü sosyalist hareketlenmede ve özellikle örgütte, ama bunların devrimci nitelemesini hak edenlerinde, yer alma talihine sahip olmanın asla vazgeçilemeyecek birkaç ölçütünden biri, şu konudaki zihin açıklığı olmak zorundadır: Demokrasi bir devlet biçimi yahut durumudur ve her devlet biçiminde olduğu gibi ayırt edici yanı, hangi toplumsal sınıfın/sınıfların tarihsel ve güncel çıkarları üzerine kurulu olduğudur. Bu ayırt edici özelliğine bakılarak, her demokrasi bir diktatörlüktür ve her diktatörlük bir demokrasidir, demek yerindedir, doğrudur; sorunun özünü kavramak bakımından en basit ve şaşmaz yol göstericidir. Bunu kavramadan siyasal mücadeleye sağlanabilecek katkı çok sınırlı düzeyleri aşamaz. Üstelik, bu kavrayışın uzağında kalanların çoğalması, insanlığın tek umudunun körelmesi gibi hiç değilse başlangıçta akla hayale gelmez bir sonuca bile yol açabilir; bana sorulursa, açmıştır bile…

Daha önce de çokça yinelediğim için birkaç noktaya değinmekle yetiniyorum.

Epeydir yazılarını özlediğimiz Osman Çutsay’ın deyişiyle, “demokrasi dini”, günümüzdeki bütün dinlerden kendi işine yarayan öğeleri içermeyi becerebilen ve emekçi insanlık için onlardan hiçbiriyle karşılaştırılamayacak kadar köreltici ve uyuşturucu olan bir tür ideolojidir. İdeolojilerin birçok özelliğini taşıdığı için böyle demekte bir sakınca yok. Din yakıştırmasından devam edilirse, İslam dininin iddiasına aykırı olarak, bu demokrasi dediğimizin ahir zaman dini olduğu da söylenebilir. Bu çağdaş zamanlar dininin bir peygamberinden söz etmek ise mümkün değildir; çünkü, peygamberleri çok sayıdadır ve hepsi de, Ömer Seyfettin’in anlatımıyla, “akidesini esvap gibi değiştiren” insanlar türündendir. Daha doğrusu, savundukları ile öngördükleri, giysi seçimine benzer: Kendi çıkarlarıyla istekleri ve iradesi dışındaki koşullara bağlı olarak değişen modalara uyum sağlamak üzere çeşitlilik gösterir. Sonuç olarak ve kısacası,........

© soL