Demokrasinin cilveleri
Önce şu “cilve” sözcüğünün anlamıyla ilgili birkaç satır yazmak gerekiyor. Neden derseniz, sözcüğün en çok bilinen ve kullanılan anlamı, “hoşa gitme amaçlı davranış, kırıtma, naz” oluyor. Yazının başlığına yerleştirilmesini uygun bulduğum ikincil anlamı içinse sözlükler “görünme, ortaya çıkma, tecelli” karşılıklarını veriyor. Demek, başlığa yazdığımızla, demokrasinin ortaya çıkma, görünme, tecelli etme biçimlerinden söz etmiş oluyoruz. Daha doğrusu, bir çokluğun, bolluğun, haydi biraz da iltimas geçip sömürüye dayanmayan zenginliğin diyelim, sadece varlığıdır söz edebileceğimiz. Yoksa, onları, o cilveleri anlatmak bir yana, yalnız neler olduklarını sıralamak bile yazıyı doldurur da gelecek haftaya taşar.
Böyle deyince de say say, anlat anlat, neden ayıp olsun o eylemi de ekleyelim, söv söv bitmez tükenmez bir bollukla karşı karşıya bulunduğumuzu anlıyoruz. Öyle bir bolluk ki, temizleyip kurutmak için ne kadar uğraşırsan uğraş, ummanda, hadi bir demeyelim, birkaç damladan öteye gitmiyor başarabildiğin. Bu görünme biçimlerinin çokluğuna akıl sır ermez mübareğin ele avuca sığmazlığı buradan geliyor galiba. Tam anladım, hedefledim, ha vardım ha varıyorum diyorsun, bir de bakıyorsun, elinden kayıp gidivermiş. Kayıp gitmesin diye çıplak ellerini değil birtakım hünerli araçları kullanıyorsun, bu kez de, geriye kalanın o hedeflediğin her ne idiyse ona pek benzemediğini, benzemek ne söz, onun nerdeyse karşıtı olduğunu fark ediyorsun.
Fark edebilenler belli bir niceliğe ulaşıyorsa, ne iyi! Ama bir de o nicelik pek cılız kalıyorsa, bizim çok eski zamanlarımızdaki “nicelik değil, nitelik önemli” avuntusuna yol açan bir düzeyi aşamıyorsa, bir kez daha “yandı gülüm keten helva” demek çok mu avam kaçar?
Demokrasinin erdemleri üzerine ne zaman söylevler çekilse, onun sadece yokluğunun değil şu ya da bu ölçüde eksikliğinin bile ne büyük bir felaket olduğu, bu tür durumlarda elimizde, aklımızda ne varsa bir yana bırakıp o yokluğu ya da eksikliği ortadan kaldırmak gerektiği hep söylenmiştir. Hâlâ da söyleniyor, bu gidişle söylenmediği bir zaman gelir mi, bilinmez.
Oysa, zamanımızda ve bizimkinden çok önceki zamanlarda da demokrasi hep bir sınıfın ya da çıkarları ortaklaşan birden çok sınıfın yönetimi yahut iktidarı olmuştur. Bugünkü demokrasi de öyledir, bizde de hemen hemen her yerde de… Şu basit nedenle ki, oradaki “demos” halk demektir ve halk da çıkarları birbiriyle çatışan sınıflardan oluşur. Bu yüzden öyle karmakarışık, her sınıftan insanın içinde yer aldığı “amorf” bir kütle olarak halktan farklı bir büyük topluluktan söz etmek istediğimizde, örneğin, emekçi halk deriz.
Şöyle bir genelleme........
© soL
