'Siyasal Alevilik'ten 'ömrü vefa edene kadar'a uzanan yollar
Türkiye 2025 yılına bütünüyle zırva olmakla birlikte siyaset ve toplum üzerinde etkili olacağı anlaşılan bir kavramla girmişti: “Siyasal Alevilik” kavramıyla. Kavramın ortaya çıkışı ise elbette ki tesadüf değildi; Suriye’de Esad düşmüş, HTŞ’nin yani El Kaide’nin öncülüğündeki cihatçı çeteler yönetimi ele geçirmişti.
Cihatçılık ve onun ideolojisi olan Selefilik için tarihsel olarak diğer dinler değil, Alevilik ve Şiilik hep baş düşman oldu, bunlar sapkınlık olarak görüldü ve hedef tahtasına yerleştirildi, cihatçılık başından itibaren mezhepçi bir ideoloji olarak şekillendi.
Yeni-Osmanlıcı dış politika doğrultusunda Esad’ın devrilmesi öncelikli başlık haline geldikten sonra Türkiye Suriye’de hem cihatçılara yatırım yaptı hem de buna uygun bir şekilde mezhepçi bir söylem kullandı. Gerçekliğe aykırı bir şekilde, Suriye’deki rejimin Nusayrilere/Arap Alevilerine ait olduğu ve Sünnileri ezdiği, onlara yönelik sistematik baskı politikaları izlediği öne sürüldü.
Esad’ın devrilmesinin ardından ise söylem “Suriye tekrar esas sahiplerine kavuştu” üzerine kuruldu ve buradan da “siyasal Alevilik” kavramına ulaşıldı. Cihatçıların Suriye’yi işgalinin Türkiye’ye başlıca yansıması siyasal İslamcıların gemi azıya alıp Türkiye Alevilerini bu kavram üzerinden tehdit etmeye başlaması ve “ayağınızı denk alın” demesi oldu.
Ancak “siyasal Alevilik”, Aleviliğin başına eklediği “siyasal” sıfatıyla Alevileri de aşacak bir şekilde bütün muhalif kesimlere yönelik bir adlandırma, seslenme ve parmak sallama aracıydı. Hedefte sadece Aleviler değil, siyasal İslamcı projeye angaje olmayan bütün toplum kesimleri vardı.
Nasıl ki siyasal Alevi kavramının ortaya atılışının zamanlaması tesadüf değilse, kavramın ortaya atılmasının hemen ardından yargı sopasının siyaseti dizayn etmek ve siyasal alanı daraltmak için kullanılmaya başlanması da bir tesadüf değildi. Suriye’de kazanılan “zafer”in içeriye yansıması, muhaliflere yönelik yargı merkezli ve süreklileşmiş bir operasyon dönemine girişimiz oldu. Kayyım atamaları, operasyonlar, İmamoğlu’nu tasfiye girişimleri vs. hepsi bu konjonktürün ürünü olarak karşımıza çıktı.
Peki aynı günlerde Bahçeli eliyle ve Öcalan üzerinden yeni bir sürecin başlatılması bir tesadüf müydü? Elbette ki hayır! Halep kalesine asılan bayrakla yükseltilen “fetih” söylemi, siyasal Alevilik kavramının icadıyla birlikte başlayan yargı merkezli operasyonlar ve adı “terörsüz Türkiye” olarak konulan yeni süreç birbirinden ayrıştırılabilir değildi ve hepsi tek bir hedefe ulaşmak için kullanılan enstrümanlardı.
Şimdilerde yaşadıklarımız tüm bu olan bitenlerin birbiriyle bağlantısını ve ulaşılmak istenilen yerin de neresi olduğunu çok açık bir........
© soL
