Sorun, sorumlu ve fil
Bellek kapasitemizin sınırlı olması salt bize özgü bir mesele değil. Bunun kökeninde organik bir eksiklik yatmıyor. Örnek olsun, küresel salgın niteliğindeki bir hastalıktan dolayı çabuk unutmuyoruz. Unutmamız istendiği ve düzenin bütün silahları bu yönde seferber edildiği için bu noktadayız.
Bolu’da yaşanan katliamın sorumlularını ararken ilk aşmamız gereken bu belleksizlik hali. Her olay sanki ilk kez yaşanıyormuş gibi içine savrulduğumuz şaşkınlık, panik, üzüntü ve hızla sönümlenen bir öfke.
Kartalkaya’da resmi rakamlara göre 78 insan katledildi. “Resmi rakamlara göre” kaydını koyma ihtiyacını hissetmemiz bile sorunun parçası. 1999 Gölcük Depreminden beri hiçbir büyük afet veya katliamda gerçek sayıları öğrenemedik. Dünyayı sarsan Covid salgınında ülkemizde kaç kişinin öldüğünü bilmeyelim diye kırk takla atan bir düzenimiz var. Yalan, çarpıtma, aldatma faaliyeti yitirdiklerimizle de sınırlı değil. Küçük bir azınlık dışında hepimizi yoksullaştıran enflasyonun boyutu meçhul, işsizliğin gerçek oranı müphem, Merkez Bankası rezervlerimiz kurgusal. Marmara Denizi’ni öldüren kirliliğin boyutunu ve sorumlularını öğrenmeyelim diye elinden geleni ardına koymayan bir anlayışla yönetiliyoruz. O yüzden de buna benzer örnekleri sabaha kadar sıralayabiliriz.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun üzerinden bir asırdan fazla zaman geçti. Doğruydu, yanlıştı, tarihin hatasıydı diyenler bu halkın ödenekli düşmanlarıdır. Bu köksüzlük halini tartışacak değiliz. Bu satırları yazarken kullandığım alfabeden okuduğum kitaplara kadar Cumhuriyetin aklımıza ve hayatımıza dokunmuş binlerce kazanımı var. Aziz Nesin de Doğan Avcıoğlu da Yalçın Küçük de bu Cumhuriyetin çocukları. Dövdüğü, sövdüğü, kimi zaman öldürdüğü çocukları ama öz çocukları.
Tarihin özeti sınıf savaşıdır. Cumhuriyetin tarihi de bundan azade değildir. Verdiklerini, hayatın bir aşamasında vermek zorunda kaldıklarını, biti kanlanınca geri almak isteyen bir egemen sınıfla dişe diş mücadelenin tarihidir Cumhuriyet. O mücadelede elde ettiğimiz her kazanım son nefere kadar savunulması gereken bir kaledir. O kalelerin elde tutulması, geri alınması salt savunma açısından değil, emekçi sınıf tarafından bir gün mutlaka başlatılacak taarruzun dayanak noktalarını oluşturacakları için de hayatidir.
Halka yalan söylemek suç, gerçeği makyajlamaya kalkışmak alçaklıktır. Sermaye açgözlü ve vicdansızdır. Sermayenin hakimiyeti vicdansızlık ve açgözlülüğün insanlığa galebe çalması anlamına gelir. Buna izin veremeyiz. Verirsek, her gün daha çok ölürüz.
Geçen hafta Yeryüzü TV’de gazeteci Bahadır Özgür’ün yaptığı analiz bu bakımdan da çok aydınlatıcıydı. Zaman ayırıp şuradan izlemenizi öneririm.
Cumhuriyeti kuranlar ve onların izlerini takip edenler dünyadan habersiz değillerdi. Bir yandan o dönemde kalkınma için lokomotif olacağını düşündükleri burjuvaziyi tahkim ederken, bir yandan da o sınıfın tasmasını gevşetmeyecek önlemler üzerine kafa yormuşlardı. Cumhuriyetin ilk dönemine dair uzun uzun yazmayacağım. 1960’lara değineceğim. İsteyen 27 Mayıs’a istediği kadar sövebilir. Gerçek değişmez. Cumhuriyet kuran anlayışın zaman içinde evrilmiş ilerici bir yorumunu benimseyenlerin inşa ettiği 27 Mayıs düzeni de o çabanın ve o güne dek elde edilen deneyimin ürünüdür.
Denge denetleme sistemlerinden söz ettiğimizde aklımıza........
© soL
visit website