Mezar ve iktidar
İnsanın hayatında garip rastlantılar olur. Bunlardan biri de varlığı her yönüyle zararlı bir yaşam türünün sizin hayatınıza olumlu bir etki yapmasıdır.
1983 yılında bir kültürel değişim programı/eğitim bursu kapsamında Fransa’ya gitmiştim. 16 yaşındaydım. Önce o genç çocuğun kim olduğunu biraz tarif etmem gerek.
12 Eylül Türkiyesi’nde “Umudumuz Ecevit”ten “Çok yaşa Kenan Paşa”ya süratle geçiş yapmış CHP’li bir ailenin çocuğuydum. Geniş ailemde gerçek solcular vardı ama onlardan genellikle “iyi çocuk ama biraz solcu işte...” şeklinde bahsedilirdi. Aşırı sağcılık da hoş karşılanan bir şey değildi. Anarşiyle mücadele edilecekse onu “Devlet yapar”dı. İsmini koymadan sapına kadar milliyetçiydik, Atatürkçüydük. Bir Türk dünyaya bedeldi. Amerika’ya pek değil ama Batı Avrupa’ya hayrandık. Yalnız biraz da şüpheciydik. Oradaki kimi çevreler, Ermeni terörüne filan destek veriyorlar, 12 Eylül’ün ne kadar iyi bir şey olduğunu anlamak istemiyorlardı.
Burs sınavlarının özellikle sözlü bölümünde ve hazırlık aşamalarında 16 yaşındaki bana ve yurtdışına gidecek diğer yaşıtlarıma yüklenen görevin “yeterince tanınmayan, kötü tanıtılan Türkiye’yi temsil etmek, Avrupalılara örnek Türk çocuğu nasıl olur göstermek” olduğu anlatılmıştı.
Öyle bir koşullandırmayla gittiğim Fransa’da 10 ay, bir Fransız ailenin yanında kaldım. Ailenin babası devam edeceğim okulun müdür yardımcısı, annesi ise Fransız Devlet Demiryolları’nda memurdu. Okulun içerisinde bir lojmanda yaşıyorduk.
Fransa’nın siyasi bakımından ilginç bir dönemiydi. Sosyalist Parti (PS) ve Fransa Komünist Partisi (PCF) 1981 yılındaki Cumhurbaşkanlığı seçimlerine ortak adayla girmişler, hem adayları Mitterand seçimi kazanmış hem de iki partiden oluşan koalisyon Ulusal Meclis’te çoğunluğu sağlayarak iktidar olmuştu. Daha açık bir deyişle, Fransa’yı II. Dünya Savaşı sonrasında ilk kez “sol” yönetiyordu. Bakanlar Kurulu’nda dört komünist bakan vardı. Fransız sermayesinin desteklediği sağ cenahın seçim kampanyası boyunca “sol kazanırsa Sovyet tankları Paris’e girer” palavrasını Fransız halkı yutmamıştı. Benim kaldığım ailenin ebeveynleri de inançlı Katolik ve merkez sağ eğilimli olmalarına karşın sağcıların hırsızlık ve yolsuzluklarından bunaldıkları için sola oy vermişlerdi. Fransa’ya bağlılıkları gerçek olmakla birlikte hiçbir başka ulusu dışlayan bir yaklaşımları yoktu. Milliyetçilik ile yurtseverlik arasında bir fark olduğunu ben onlardan öğrendim.
Ölçeği büyütelim. 1983 Fransa’daki Mitterrand ve PS-PCF iktidarının soluğunun kesildiği yıl olarak bilinir. 1972’te birlikte hazırladıkları “Ortak Program” kapsamında hayli sol tınılar taşıyan bir icraata başlayan, kritik sektörlerde devletleştirmeye giden koalisyon hükümeti sallanıyordu. Sermaye........
© soL
