Bir, iki, üç daha çok İsrail
Kimi zaman dünyanın içinde bulunduğu temel sorunları irdeleyebilmek ve biraz daha net bir görüntü elde edebilmek için uzaklaşmak gerekir. Türkiye Balkanlar, Kafkaslar, Ortadoğu ve Doğu Akdeniz olarak adlandırılan dört bölgenin göbeğinde bulunuyor. Bunlar kronik sorunlarla anılan bölgeler. Oysa buralarda yaşanan sorunların benzerleri başka yerlerde de yaşanıyor. Çünkü düşman aynı.
Afrika insanlık tarihinde sömürgecilik denince akla ilk gelen kıta. Kıtada emperyalizmin ve sermaye sınıfının açgözlü saldırganlığının hedefi olmamış ülke neredeyse yok. Bu konu tartışıldığında akla gelen tek istisna olan Etiyopya bile 20. yüzyılda Mussolini’nin faşist pençeleriyle uzun süre mücadele etmek zorunda kalmış. Başka bir deyişle sömürülmek kıtadaki bütün halkların başına gelmiş ve şekil değiştirse de bitmek bilmeyen bir uğursuzluk.
Bunların içinde Kongo Demokratik Cumhuriyeti'nin (KDC) yeri ise bambaşka.
KDC Afrika kıtasının orta batı kısmında yer alan ve kıtanın yüzölçümü (yaklaşık 2,4 milyon km2) bakımından en büyük ikinci ülkesi. Nüfusu için 105 milyon deniyor ama Nasrettin Hoca’nın dediği gibi, “inanmazsan say” durumu da söz konusu. Bugünkü artış eğilim sürerse önümüzdeki on yıllarda dünyanın en kalabalık ülkeleri arasına girecek.
Ansiklopedik bilgileri bir yana bırakıyor, KDC’nin sömürge deneyimine geçiyorum. Afrika topraklarının büyük çoğunluğunun Fransa ve İngiltere arasında pay edildiği 18. ve 19. yüzyılda Kongo biraz ayrıksı bir yazgının kurbanı oluyor. Avrupa emperyalizminin gemi azıya aldığı o süreçte Belçika Kralı II. Leopold, Kongo’ya şahsi malı olarak el koyuyor ve 1885-1908 tarihleri arasında deyim yerindeyse bir köle çiftliği gibi yönetiyor. Kongo halklarına o sırada yaşatılan zulmün özetini şuradan okuyabilirsiniz. Şimdiden uyarayım neresinden baksanız tiksinti verici bir hikâye. Şirket var, sömürü var, kâr hırsı var, ırkçılığın tillâhı var. O dönemde yaşamını yitiren Kongoluların sayısının 10 milyon olduğu söyleniyor. Eli kolu kesilip sakat bırakılanlar da cabası. Hal böyleyken Avrupa Birliği’nin başkenti sayılan Brüksel’in göbeğinde II. Leopold’ün dev heykelinin hâlâ duruyor olması ise bir başka garabet ve Avrupa riyakârlığının görkemli bir abidesi sayılmalı.
Yakın tarihe gelirsek, İkinci Dünya Savaşı sonrası dekolonizasyon sürecinde KDC, o dönemdeki adıyla Zaire, bağımsızlığını kazanıyor. Mücadelenin lideri ve ülkenin ilk başbakanı efsane bir isim: Patrice Lumumba. Adı Moskova’da bağımsızlığa kavuşan Afrika ülkelerinin çocuklarına eğitim vermek üzere 1960 yılında kurulan üniversiteye verilen yiğit adam.
Elbette KDC yeraltı-yerüstü, her türlü kaynak bakımından çok zengin ve büyük bir ülke olduğu için eski sömürgecilikten kurtulur kurtulmaz yeni sömürgeciliğin hedef tahtasına oturtuluyor. Hızla geçiyorum. Lumumba CIA, Belçika ve Fransa’nın katkılarıyla 17 Ocak 1961’de katlediliyor ve emperyalizm işbirlikçisi bir alçak olduğu konusunda yeterli teminatı veren General Mobutu ülkede ipleri eline alıyor. Diktatörlük, darbeler, Kabila denen bir başka alçak, onun oğlu, onun da bir iç savaş sonucu devrilmesi derken ülke tarihinde hiç değişmeyen şeylerden biri yoksulluk, diğeri........
© soL
