Türkiye bu yola sığar mı?
Turgut Özal, 1980’lerin küresel neoliberal kumpanyasının Türkiye mümessiliydi. Nakşibendi tarikatından geliyor, ama içkisini yudumluyordu. Dağı taşı özelleştirmenin faydalarını anlatıyor, ama milli çıkarlardan dem vuruyordu. Şortla asker denetliyor, siyaset dilini de alabildiğine lümpenleştiriyordu. Öncülleri için utanç vesilesi sayılacak şekilde yolsuzlukların arşa çıktığı bu dönem, 12 Eylül’ün devamıydı; ama demokratikleşme diye satışa sunulmuştu…
Özal, Cumhuriyet’in uzun çöküş sürecinde bir dönemeçtir. AKP hükümranlığının erken örneği sayılır. Liberallerin “devrimci” diye pazarladıkları ilk emek ve cumhuriyet düşmanı oydu…
Bugün hatırlamamızın nedeniyse “bir koyup üç alacağız” lafı. 1990’ın bu küçük dükkâncı hesabı, bugün Erdoğan’ın Yeni-Osmanlı manifestolarını besliyor ve bu durum, karşımızda onlarca yılı aşıp gelen bir tarihsel perspektif olduğuna tanıklık ediyor.
Ortadoğu’da sınırları kesip biçme operasyonu o zamanlar başlamıştı; yarıda kaldı.
21.yüzyıl başında Irak’a bir daha yüklendi emperyalistler; yol aldılar ama tamamlayamadılar.
Arap Baharı etiketiyle harekât güncellendi; ama Suriye’de Baas-halk barikatı aşılamadı.
Şimdi yeni bir maceranın orta yerindeyiz.
Bölgemizi hallaç pamuğu gibi atma cüretini Sovyetler Birliği ve sosyalist ülkelerde yaşanan trajediden almışlardı. Geçen ay Suriye’de rejimin birkaç günde değişmesine şaşırdık; ama koca Sovyetler Birliği’nin, 1985’de girdiği uğursuz yolu, beş, bilemedin altı yılda kat ettiğini unutmayalım… Özal’ın kumara heves........
© soL
