15 Şubat’tan sonra
Öcalan adına verilen sözün tutulup tutulmayacağını bilmiyoruz. Adsız sürecin bir dönüm noktası 15 Şubat, yani bugün olacaktı; esneyebileceği eklenmişti…
Tek belirsizlik bu değil. Ancak belirginleşmiş unsurlar da hiç yok değil. Aralık ayında bu köşede iki hafta yazdıklarımı tekrarlamaktan kaçınarak, bilinmeyenler değil de bilinmesi gerekenler hakkında devam edeceğim.
Türkiye’de Kürt sorununa ilişkin iki karşıt konumlanış olageldi. Birincisi “Türkiyeli çözüm” olarak adlandırıldı. Kürt legal partilerinin “Türkiyelileşme” söylemi bu yaklaşıma göz kırpar. 1990’larda Türkiye solunun Kürt siyasi hareketiyle ilişkilerinde benzer bir güdü söz konusu olmuştur; kimilerinin demokrasi mücadelesi, bizim ortak sınıf gündemi dediğimiz denemeler bu kapsamdadır. Öcalan’ın hapse girmesinden epey sonra TSK içinde bir eğilimin “vur kurtul” yerine, ülke sınırları içinde bir çözüm denemesinde bulunduğu söylenir…
Hatta AKP’nin başlattığı sürecin TSK girişiminin önünü kestiği de düşünülmüştür. AKP açıkça Atlantikçi bir zeminde bir oyun kuruyor, Ortadoğu için Amerikan Barışı’nın ayrılmaz öğesi olarak bir Kürt çözümü tasarlıyordu. Elbette Britanya istihbaratı MI6 gayet belirgin operasyon merkeziydi. Türkçede bir türlü oturmayan çevirisiyle “çatışmaların çözümü”, conflict resolution bir Atlantik ekolüdür…
Bu da ikinci konumlanıştı. Kürt sorunu uluslararası nitelik taşımanın ötesinde, uluslararası siyaset alanına taşınmalı, çözüm formülleri oralardan gelmeliydi. Emperyalist dense de, Batı demokrasinin beşiği değil miydi!
İlk örneği Turgut Özal’ın bir koyup-üç alma fırsatçılığı olan geniş bir ekol oluştu. Uluslararası Kürt konferansları düzenlendi, Batılı liderler en demokrat kostümleriyle bunları himaye ettiler. Mesut Yılmaz AB yolunu Diyarbakır’dan geçirdi; bu yetmedi, Washington’un askerlerinin de Bağdat seferine bizim Kürt coğrafyamızdan çıkmaları TBMM’ye tezkere olarak getirilebildi! Türkiye’ye pazarlanan konsept bugün de cari olandır: Türkiye Kürtlerle barışarak, barıştığı ölçüde büyür, güçlenir…
AB denince aklı hemen dağılan Türkiye soluna Amerikancılık sığmaz. Solun 1 Mart 2003 tezkeresinde topyekûn aldığı pozisyon emperyalist senaryonun aksamasında rol sahibi olmuştu.
Evet, Kürt sorununu uluslararasılaştırmak emperyalist bir projedir. Ancak bu, tersinden, Türkiyeli çözüm fikrinin antiemperyalist olmasını garanti etmiyor. Türkiyelileşme perspektifi Kürt siyasi hareketinin liderliği için demagojik bir ikna argümanı olmaktan öteye geçmedi. Örneğin 2015’te tıkanan süreç Atlantikçi projenin geniş kitlelere yutturulması amacıyla yerli renklere boyanmıştı.........
© soL
