menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Nazi hukuku ve antifaşist mücadele

15 8
27.02.2025

Türkiye’de siyasetçilerin, belediye başkanlarının, gazetecilerin, akademisyenlerin, sendikacıların haksız ve hukuksuz yere soruşturmaya uğraması, gözaltına alınıp tutuklanması giderek yaygınlaşıyor.

Bırakın “hukuk devleti” kurallarını, “kanun devleti” kurallarının bile hükümsüz kaldığı bir süreç yaşanıyor. 12 Mart, 12 Eylül gibi darbe dönemlerini yaşayan bizler, sıkıyönetim koşullarında bile “kanun devleti” normlarına göre yargılanıyorduk.

“Düşünce suçlusu” olarak dönemin Türk Ceza Kanunu’nun 141, 142 maddelerinden yargılandığımız halde sıkıyönetim mahkemelerinde delil yetersizliğinden hakkımızda beraat kararı verilebiliyordu.

Şimdi ise, “hakaret suçu” adı altında aydınlar, gazeteciler gözaltına alınıyor, en doğal anayasal ve yasal görevi olarak işçinin hakkını savunan sendikacılar tutuklanıyor. Örnek olarak; Gaziantep’te işçinin yüzde 30’dan fazla ücret zammı için eylem yapan ve işçilere önderlik eden sendika başkanı Mehmet Türkmen tutuklanıp cezaevine konuyor.

Yine gazeteci arkadaşımız Halk TV Genel Yayın Yönetmeni Suat Toktaş, sadece gazetecilik faaliyeti nedeniyle bir aya yakın süredir cezaevinde tutuklu bulunuyor. Daha kısa bir süre önce meşru ve yasal bir platform olan Halkların Demokratik Kongresi (HDK) toplantılarına katıldı diye 30 gazeteci, siyasetçi, sanatçı tutuklandı. Tüm bu gelişmeler bize faşizmin yakın tarihini hatırlatıyor…

1933’te Almanya’da Hitler’in iktidara gelmesiyle birlikte mevcut burjuva hukuku da askıya alınmıştı. Hakimlerin Hitler’e tam bir itaati isteniyordu.

Nitekim bir Alman mahkemesinin Hitler’in cezalandırılmasını istediği bir sanığı suçsuz bulması üzerine Nazi lideri, şunları söylemişti: “Benim suçlu diye ilan ettiğim bir kimseyi Alman mahkemesinin suçsuz çıkarması olayı bir daha görülmeyecektir”.

Bu hukuksuzlukların yanı sıra geçmiş faşist dönemlerin demokrasiyi tahrip eden, sermayenin diktatoryal egemenliğini kuran süreçlerinin bilinmesi, günümüzdeki otoriter, totaliter, baskıcı, faşizan yönetimlere karşı nasıl mücadele edileceğinin de ipuçlarını verecektir.

Arjantinli tarih profesörü Federico Finchelstein’in “Faşizme Heves Etmek” isimli eserinde, geçmişteki faşist hareketlerin demokrasiyi nasıl yok ettiğinin iyi kavranması halinde günümüzdeki neofaşist hareketlerin tehditlerinin de daha net görülebileceği ifade ediliyor.

Profesör Finchelstein, bu eserinde faşizmin dört temel bileşenini şöyle açıklıyor:

Federico Finchelstein, faşist partilerin bu dört temel unsuru kullanmadan önce demokratik yollardan iktidara gelebileceği, daha sonrasında da hukukun üstünlüğünün, güçler ayrılığının, seçim prosedürlerinin ve bağımsız basının kademeli ya da hızla ortadan kaldırılarak demokrasinin tamamen yok edilmesine çalışıldığını ortaya koyuyor.

Burada basın konusuna bir parantez açacak olursak tarihsel ya da klasik faşizm dönemlerinde de basının nasıl baskı altında tutulduğunun örneklerini verebiliriz.

Nazi lideri Adolf Hitler, Kavgam isimli kitabında siyasi gücün elde edilmesi ve korunması açısından basın üzerindeki kontrolün önemine değinmişti. Nitekim Naziler iktidara geldikten sonra bağımsız medyayı ortadan kaldırdılar ve toplamda 1,3 milyon okuru olan 200’den fazla gazeteyi kapattılar. Ayrıca binlerce gazeteciyi hapse attılar.

Nazi Propaganda Bakanı Josephl Goebbels, gazetelere her gün ne yazabileceklerini ya da yazamayacaklarını belirten talimatlar veriyordu. Goebbels,........

© soL