menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

İtiraz eden insan tarihi

16 1
19.01.2025

Gezegenin miladî takvim yılı henüz 1921’ken, 28 Ocak, 29 Ocak’a bağlanırken, Karadeniz açmıştı göğsünü, Mustafa Suphi ve yoldaşlarını almıştı koynuna, kapamıştı göğsünü. Tam da o gün, İnebolu’da sabırsızlıkla bekleyen iki delikanlı, işgalciye karşı savaşanlara katılmak üzere, Ankara’ya doğru kararlı adımlar atma hazırlığındaydı… Bu delikanlılardan biri, yola çıkış iznini bekledikleri İnebolu’ya, birkaç gün önce Apraş Tepesi’nden bakıp “o kadar yakın ki dağların yamaçları / dereye düşen bahar bir daha çıkamamış” demişti.

Dereye bahar düşer gibi, Karadeniz’in 15’leri örttüğünü bilmiyordu daha, ikilinin şairane olanı. Karanlık sulara düşen bahar muştucularından habersizdi bu dizeyi yazarken… Onların resmini görmek isteyenlere bir çelik ayna olacaktı gözlerimiz, 15 kara saplı bıçak yarasıyla kanlı bir bayrak gibi çarpacaktı kalbimiz, ama 19’undaki delikanlının hamuruna katılmamıştık henüz. O, şimdilik yürüyordu, kırmızı boyun atkısını vermek için, düşmüş dövüşen Anadolu’nun isyan rüzgârına.. Bir adım, bir daha…

Çok değil iki yıl öncesinde o tarihin, Ocak’ın 15’iyken Almanya’da, bizim şairane delikanlı tam da 17’nci yaşını idrak ederken, saat 21’de, Mannheimer Strasse No 43 adresinde bulunan Marcussohn’un evinin zili çalınmıştı. Bir kadın vardı orada, ne olacağını bilmesi, çantasına “Faust” koyarken elini titretmeyen bir kadın. Karadeniz’deki hançer, Landwehr Kanalı’nda dipçik olup inmişti, iki yıl öncesinde. Dereye bahar düşer de, bir daha çıkamaz gibi olmuştu orada da… Rosa Luksemburg ve Karl Liebknecht katledildiklerinde, geriye önderliğini yaptıkları Spartakistler kalmıştı. İki yıl sonra Mustafa Suphi ve yoldaşları katledildiklerinde, geriye birkaç ay önce kurdukları Türkiye Komünist Partisi kalacaktı. Birinin bilinçli üyeleri, diğerinin bihaber adayları, İnebolu diye bir yerde rastlaşmışlardı, tarihin ve takvimin nasıl da cilvesi…

Kalanlar, önderlerinin aralarından alınmasına, neredeyse aynı cümlelerle, “eh!” metanetiyle karşılık vermişlerdi, iki ayrı ülkede de. “Tarih sınıf mücadeleleri tarihidir” diye eklemişlerdi. Eh, yakınmanın, yasın zamanı değildi, “trompetler yeniden çalıyor / ve yeni bir savaş başlıyor”du…

Nâzım Hikmet, önce Rosa ve Karl’ın katlini öğrenmiş olmalıydı. 1921’de, 19’undayken Spartakistlerle tanışmıştı ya artık. Ve onlarla birlikte, düşlediği dünyanın sislerden arınıp ete kemiğe bürünmesiyle, sosyalizmle de, ilk bilincine varma temasını kurmuştu ya. İnebolu’dan Ankara’ya, oradan “köpüklü şahlanış”ların anayurduna adımlarken 19 yaşını, kafasında ihtilâl depremlerinin uğultusu, sert rüzgârlarda bayrakça çırpınan bir kırmızı atkı tasavvuru, nidalar ve solan sual işaretleri ve göğsünde henüz kanayan çok taze yaralar...

alnı yukarda / kırmızı boyun atkısı rüzgârda / yürüyor / yürüyor adım adım /........

© soL