Laiklik ve sınıfsal savaşım: Her yerde her zaman
Günlük, anlık olaylar, soruşturma ve kovuşturmalar, görevden almalar, baskılar, gözaltılar, tutuklamalar, siyasal faaliyeti yalnızca iktidarın sınırları ve çerçevesi içine sıkıştıran davranışlar, çözüm sürecinde yaşananlar “yapı” gerçeğini ve dinselliği perdeleyip sömürücüleri, siyasal iktidarı egemen kılmaya devam ettiriyor.
3 Mart “Ne tarikat ne şeriat: Laik cumhuriyet, laik eğitim” eylemleri bu kargaşa içinde yapıldı. Eylemler laik cumhuriyet savunucularının sindirilemediğini bir kez daha gösterdi. Ancak ne cumhuriyet ne de laiklik öyle özel günlerde anımsanıp konuşulmakla yaşatılabilir. Cumhuriyetten günümüze ilericilik ve aydınlanmanın cumhuriyetten günümüze gericilik tarafından teslim alınması için ne gerekiyorsa yapıldığı bir ilişki ağında özel günlerde kenetlenmek yetmiyor.
Patronlar ve gericiler elbirliğiyle sömürüye kilitlenmişken “yıkıyorlar ama ele geçiremiyorlar”dan, teslim olmamaktan öte ilkeli, planlı, programlı bütünsel savaşıma gereksinim var.
Başlatılan adımlar toplumsallaştırılarak devam ettirilmedikçe egemen olan hep önde gidiyor.
“İmam Hatipleri istemiyoruz” denildi, İmam Hatipler çoğaldı. “Müfredat değişikliklerine karşıyız” denildi, değişiklikler uygulamada. “Diyanet İşleri Başkanlığı laiklik ilkesi doğrultusunda çalışmıyor, bir dinin bir mezhebinin başkanlığı oldu, kapatılmalıdır” denildi, değil frene basılması kurum devletin içinde her geçen gün daha fazla kök salmaya başladı.
“İdari işlem ve düzenlemeler yapılsa da, ÇEDES gibi protokoller imzalansa da, yasalar değiştirilse de Anayasa’ya göre hareket etmesi gereken yargı var, Anayasa Mahkemesi var” denildi, yargı ve AYM kendi ilke kararlarını yok sayarak “laiklik ihlali onay kurumları”na dönüştü. “Laik hukuk devletinde düşünce özgürlüğü esastır” denildi, din özgürlüğü hem laikliğin hem de diğer özgürlüklerin üstüne oturtuldu.
“‘Bir dinin........
© soL
