Hukuk ve yargı aracılığıyla tasarım
Haddi aşan duruma getirilince dikkat kesilen hukuk ve yargı günlerindeyiz yine. Yine diyorum, bu haddi aşma durumuyla AKP döneminde çok karşılaştık, AKP’ye özgü de değil. Ancak haddi aşan hukuk ve yargının kalıcı olmaya devam etmesi alışkanlık haline geldi. Her yeni aşkın durum, denize düşen yılana sarılır örneği, bir önceki kötü durumdan medet umulmasına bağlanılıyor.
12 Mart 1971, 12 Eylül 1980, sıkıyönetim, OHAL, KHK, CBK, gerileyen anayasa, güvenliği yok etme, baskıyı artırma, hak ve özgürlük gaspı, sömürenin çıkarı, egemen sermaye sınıfının emekçiler üzerindeki denetimi, laikliğin yok edilmesi, çalışma, seçim… Daha birçok dönemde ve alanda hukuk hep haddi aştı, yargı bu hukuka uydu. Her yeni denilen eskisini arattı, bu durum kalıcı hale getirildi. Ölümü gösterip sıtmaya rıza etme sürüp gidiyor, sömürü ve gericilik büyümeye devam ediyor.
Tapınırcasına bağlanılması hukuk ve yargının “kimin aklı” olduğunu, ekonomi politiğini unutturuyor. “Hukukun üstünlüğü”, “yargının bağımsızlığı/tarafsızlığı” diyenler, haddi aşma eylemiyle karşılaşınca bu ikiliye daha sıkı sarılma gereğini duyuyorlar ama bu ilkelerin kimin aklına emanet edildiğini, kimin üzerinde baskı aracı olarak kullanıldığını tartışma, analiz etme gereği duymuyorlar. Dikkat kesilen yerde dikkat dağınıklığı var.
Sömürülenlerin hak savaşımlarıyla kazanılanları burjuvazinin kendi hukuku içine yerleştirmesi (bu durumun yaygın bir örneğini 1945 zaferinden sonra SSCB Anayasasındaki hakların burjuva anayasalarına yerleştirilmesinde gördük), yasa önünde eşitlik savı, insan hak ve özgürlüklerinin “herkes” öznesiyle tanımlaması ve elbette anayasal/hukuksal gelişme tezleri hukuk ve yargıyı fetişleştiriyor ama aynı zamanda da sömürü gerçeğini görme yönünden akılları köreltiyor. Hukuk ve yargı vitrinine bakanlar demokrasi yanılsamasına kapılarak sömürü düzenine teslim oluyor. Bu biçimsellikten ne analiz çıkıyor ne de savaşım.........
© soL
