menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

İsrail’e karşı en etkili demir kubbe demokrasi olabilir mi?

17 27
19.07.2025

Bundan tam 111 yıl önce Arjantin Yüksek Mahkemesi, ilginç bir uyuşmazlığı çözmek için toplanmıştı. Davanın taraflarından biri Osmanlı’nın ilk Arjantin Büyükelçisi Emir Emin Arslan, diğeri de Almanya’nın Arjantin Büyükelçisi Rodolfo Bobrik’di. Lübnan’ın en etkili Dürzi ailelerinden birine mensup olan bu hırslı diplomat, ünlü İttihatçılardan Şekib Arslan’ın ve Meclis-i Mebusan’da Lazkiye’yi temsil eden vekillerden Emir Arslan Bey’in kuzeniydi.

Emin Arslan da kuzenleri gibi tutkulu bir Osmanlıcılık neferiydi. II. Abdülhamit’i rafa kaldırdığı meşruiyet rejimini uygulamak ve parlamentoyu açmak zorunda bırakan 1908 Devrimi üzerine yine Osmanlı Büyükelçiliği yaptığı Brüksel’den heyecanla İstanbul’a dönmüş, her ne kadar 1908 öncesinde aktif Jön Türk muhalefetini bırakmak şartıyla Sultan tarafından affedilip diplomat olarak sisteme eklemlense de 1908 sonrası Osmanlı’nın bir parçası olmak için büyük bir şevkle kolları sıvamıştı.

Arslan ilk başta Paris Büyükelçisi olarak atanmış, ardından 20. yüzyılın başlarından itibaren özellikle ABD ile birlikte Lübnan, Filistin ve Suriye bölgelerinden yoğun Osmanlı göçü alan ülkelerden biri olan Arjantin’deki ilk Osmanlı Büyükelçisi olmak istemişti.

Arjantin, İspanyol kökenlilerin genelleyerek “Turco” lakabını taktığı yüzbinlerce Osmanlı göçmenine ev sahipliği yapıyordu. Arslan’ın büyükelçi olarak atanmasından dört sene sonra 1914’te bu sayının 450-600 bine çıktığı tahmin ediliyor, her geçen sene Arjantin’deki Turco’ların sayısı artıyordu. Farklı mezhep, din, kimliklere sahip olan Turco’lar ise ilk Osmanlı Büyükelçisi’ni heyecanla karşılamıştı.

Arjantinli karikatürist Zavattaro çizimiyle Arslan’ın gelişini kutluyor: “Birkaç gün önce geldi, onun gelişiyle Türkiye artık temsil ediliyor, ¡gracias a Alá! (Allah’a şükür)”

29 Ekim 1910’da Chili adlı bir yolcu gemisiyle başkent Buenos Aires’e gelen Arslan’ı Araplar, Yahudiler başta olmak üzere 4,000 kişilik büyük bir Osmanlı heyeti karşılamış, Osmanlı, Arjantin milli marşları okunmuş, Osmanlı bayraklarıyla donatılmış 80 araçlık bir konvoyla kalacağı otele götürülmüş, Arjantinliler büyük bir merakla bu heyecanlı Osmanlı geçidini balkonlarından sarkarak izlemiş ve nihayetinde Arslan bir miting edasıyla kaldığı otelin balkonundan heyecanlı Osmanlılara seslenmişti.

Arjantin’deki Osmanlı göçmenleri üzerine çalışan akademisyen Steven Hyland’ın makalelerinde detaylıca anlattığı üzere bu coşkulu karşılama pek şaşırtıcı değildi. 1908 devrimi üzerine parlamentonun açılması, sansür ve baskı uygulamalarının sona ermesi, yeniden seçimlerin düzenlenmesi ve insanların seçme ve seçilme haklarını kısıtlı da olsa kullanması büyük bir heyecan yaratmış; özellikle Osmanlı’nın içinde bulunduğu zor koşullar karşısında dağılma ve gelecek korkusu yaşayan birçok insana umut olmuştu. Anayasanın kaldırıldığı raftan indirilmesi, 1909 değişiklikleriyle padişahın yetkilerinin meclis lehine kısılması, din, ırk, bölge, mezhep fark etmeksizin herkesin bu anayasa uyarınca eşit vatandaş görülme ve farklı kimliklerin söz ve yetki sahibi olarak güçlü bir Meclis-i Mebusan’dan temsil edilme ihtimali her bir yanından yara alan çok uluslu bir imparatorluk için makul bir reçeteydi.

Tam da bu nedenle Osmanlı’ya binlerce kilometre uzaklıktaki Osmanlılar bile 1908’i coşkuyla kutlamış, yürüyüşler, Namık Kemal şiirlerinin okuduğu geceler düzenlemiş, Osmanlı’nın etnik temelli dağılmasını isteyenler ile Osmanlı üst kimliğine tutunanlar arasında hararetli entelektüel polemikler, kamplaşmalar yaşanmıştı. İşte bu hırslı Dürzi diplomatın heyecanla karşılanmasının da arkasında yeni anayasa ve rejime verilen bu kredi yatıyordu.

Elbette bu coşkuyu sadece Arjantin’deki Osmanlı göçmenleri yaşamıyordu. Anayasanın tekrardan uygulanmaya başladığını Filistin’e duyuran Arap postacı Muhammed İzzet Derveze Nablus postanesini “özgürlük, eşitlik, kardeşlik ve adalet” pankartlarıyla süslüyor, Kudüslü Yahudi gazeteci Gad Frumkin Abdülhamit’i de onore eden “Yüce Efendimiz Sultanımızın işlediği hayırların en yücesi, Padişahım çok yaşa!” başlığıyla gazetesini çıkarıyor, havadisleri göç ettiği New York’ta yaşarken duyan Arap Hıristiyan Halil el-Sakakini 1908 üzerine farklı dini grupları buluşturan modern, ilerici bir okul açmak için büyük bir hevesle ülkesine geri dönüyor, bavulunu hazırlıyordu.

1908 devrimi, Kudüs ve Yafa’da da heyecanla kutlanmış, hatta 1908’in fikri mimarlarından Namık Kemal’in oğlu olan Kudüs mülki amiri Ekrem Bey kutlamalara yeterince önem vermediği için bölge halkı tarafından başkente şikâyet edilmişti. “Sultanımız çok yaşa! Yaşasın Hürriyet!” sloganları eşliğinde anayasanın yürürlüğe yeniden konmasını duyuran bildiriyi okuyan Ekrem Bey’in konuşması Osmanlı Türkçesi olduğu için resmi kutlamaya katılan birçok Osmanlı vatandaşı konuşmayı anlamamış; fakat Arapça kökenli “hürriyye” (hürriyet) kelimesini her duyduklarında coşkulu bir alkışla yanıt vermişti.

Ekonomik koşullardan, rüşvetçi memurlardan, asayiş sorunlarından şikayetçi halk için anayasa, meclis, meşruti demokrasi güçlü bir umut ışığı olmuştu. 1908 rüzgarı, önce Emin Arslan’ın mebus kuzeni Emir Arslan Bey’in de katledildiği ve Abdülhamit’in tahtan indirildiği 31 Mart isyanı ile sallandı, İttihat ve Terakki’nin Babıali Baskını’yla birlikte otoriter bir tek parti rejimine geçmesi, Balkan Savaşlarının etkisiyle yükselen milliyetçilik, Batı ülkelerinin Osmanlı’nın parçalanmasına yönelik yaptığı dış müdahaleler derken Osmanlıcılık fikriyle beraber yavaş yavaş söndü, 1. Dünya Savaşı’nın akabinde Osmanlı’yla beraber parçalandı.

Bir zamanlar Osmanlı üst kimliği ve çok kültürlü, kapsayıcı bir anayasal vatandaşlık heyecanıyla coşanlar çok dilli meydanlardan çekildi, kendi mahallelerine geri döndü. İstanbul Üniversitesi’nde Ben Gurion ile hukuk okuyan Gad Frumkin İsrail’in kurucu elit Siyonist hukukçularından biri oldu, Halil el-Sakakini Arap milliyetçiliğinin Filistin’deki önemli temsilcilerinden birine dönüştü, ömrü boyunca Yahudi Siyonistlerle mücadele etti, Muhammed İzzet Derveze Filistin direnişine katıldı hem İngilizler hem Siyonistlerle savaştı.

Dürzi diplomat Emin Arslan ise İttihatçıların, Almanların yanında 1. Dünya Savaşı’na girmesine sert bir şekilde karşı çıktığı için görevden alındı. İttihatçılar, Arjantin’deki Osmanlı Büyükelçilik görevini Alman Büyükelçi’ye devretmiş, Emin Arslan’dan da resmî belgeleri Alman diplomata teslim etmesini istemişti. Emin Arslan talimata uymadı, hakkında yakalama kararı çıkarıldı, gıyabında idam cezası verildi, konu Arjantin Yüksek Mahkemesi önüne kadar taşındı. Nihayetinde mahkeme Arslan aleyhine karar verdi, genç Dürzi diplomat davayı kaybetti. Arjantin’in basın hayatına atıldı, haftalık La Nota dergisini çıkarmaya başladı, Arap milliyetçiliğine yöneldi.

Osmanlı göçmenleri arasında etkili bir isme dönüşen, yazlarını Uruguay’ın Punta del Este sayfiye beldesinde inşa ettiği modern bir plaj evinde bölgenin entelektüel yazar, düşünürleriyle geçiren (artık yıkılan bu evin önündeki plaj hâlâ El Emir plajı olarak anılıyor) Emin Arslan, 1908’un heyecanıyla dönüp görev almak istediği topraklara bir daha dönemedi, Arjantin’de hayatını kaybetti.

Dünyanın farklı yerlerindeki Dürzi bir diplomat, Yahudi bir gazeteci, Müslüman bir posta memuru ve Hıristiyan bir öğretmeni heyecanlandıran, sonra da yine farklı yerlere savuran 1908’in üzerinden tam 117 sene geçti. 117 yıl önce yine bir Temmuz günü Ermenilerin, Türklerin, Arapların, Yahudilerin, Dürzilerin, Rumların, Kürtlerin omuz omuza anayasa, meclis, adalet, hürriyet ve meşrutiyeti kutlamalarıyla dolup taşan şehir meydanları, maalesef 2025 yılında birbirilerini dinleri, mezhepleri, ırkları nedeniyle hedef alan, öldüren halkların kanlarıyla dolu.

İşin kötüsü bir zamanlar kapsayıcı ortak bir kimlik ihtimali karşısında heyecanlanan Ortadoğu, bugün İsrail yayılmacılığı ve katliamcılığı karşısında herkesi kapsayan ortak bir ateşin kıskacında.

İsrail’in yeri geldiğinde harladığı, yeri geldiğinde bizzat kendi çıkardığı bu ateş karşısında 1908’in heyecanını hatırlamak, hatalarından ders çıkarmak şart.

Nitekim 1908 devriminin halkta uyandırdığı heyecan ile doğru orantılı bir şekilde İttihatçılığı sönen Dürzi diplomat Emin Arslan’ın kuzeni Şekib Arslan’ın torunu Lübnanlı Dürzi sosyalist lider Velid Canpolat bugün Suriye’nin, Lübnan’ın herkesin eşit olduğu üniter bir hukuk devleti olarak İsrail’in karşısında dik bir şekilde durabileceğini söylüyor, bu doğrultuda görüştüğü Suriye Cumhurbaşkanı Şara’ya İttihatçı dedesi Şekib Arslan’ın hatıralarını hediye ediyor, İsrail’in ipiyle kuyuya inen İsrail yanlısı Dürzi şeyhleri de Dürzileri, Alevileri tehdit eden mezhepçi radikalleri de çok sert bir şekilde uyarıyor, Esad rejimi tarafından suikaste kurban giden sosyalist babası Kemal Canpolat’ın katillerinin yakalanmasını “Allahuekber” diyerek kutluyor ve bölgeye barış, kardeşlik mesajı veriyor.

Bölgedeki nadir makul seslerden birinin 1908’in mimarı bir ailenin torunu olması pek de tesadüfi olmasa gerek.

Zira 117 yıl sonra bugün de bölgedeki yangının belki de en büyük sebeplerinden biri devletlerin kapsayıcı ve eşit vatandaşlığı tesis edememesi, kötü niyetli dış güçlerin sömürüp suistimal edebileceği ayrılıkların, eşitsizliklerin, hukuksuzlukların giderememesi.

1908’de Osmanlıların bu sorunlar karşısında bulduğu çözüm anayasa ve meclis olmuştu. Belki sorunların hiç değişmediği bir coğrafyada reçeteler de değişmiyordur. Tabii ki harfiyen uymak ve İsrail’in ateşinden bu reçeteyi kurtarmak kaydıyla.

Gazze soykırımına ek olarak; sırayla Lübnan, İran ve şimdi de Suriye’yi vuran İsrail’in amacını anlamak için her ne kadar Türkiye’de pek ses getirmese de İsrail’in ve sanırım ABD dış politikasının da iplerini elinde bulunduran Netanyahu’nun kafa röntgenini çeken The New York Times’in 11 Temmuz 2025’te yayımlanan “Netanyahu görevde kalmak için Gazze’deki savaşı nasıl uzattı?” başlıklı araştırma dosyasına göz atmak gerekiyor. Gazze’deki korkunç soykırımı yaşanan onca şeye rağmen hâlâ “savaş” olarak tanımlamasına rağmen oldukça iyi bir haber dosyası. Patrick Kingsley, Ronen Bergman ve Natan Odenheimer, 110 İsrailli, Arap ve Amerikalı devlet yetkilisiyle konuşmuş, Netanyahu kabinesinin birçok kabine tutanağı ve resmî belgesini incelemiş ve bugüne kadar yazılmayan birçok kulis bilgisine ulaşmış.

Makalede, Netanyahu’nun iki kişisel çıkarı doğrultusunda hem savaşı sürdürdüğünü hem de daha geniş kapsama yaydığını örneklerle anlatıyor. En çarpıcı örneklerden biri, İran savaşından hemen önce yaşanmış. Bu olayı anlamak için öncelikle bir adım geri gitmek şart.

Netanyahu’nun aşırı sağcı koalisyonu, üç temel bileşenden oluşuyor. Netanyahu’nun başında olduğu Likud, Smotrich ve Ben-Gvir gibi gençliklerinde faşist terör örgütlerinde yer almış isimlerin oluşturduğu radikal partiler ve Haredi Ortodoks köktendinci küçük partiler. Smotrich ve Ben-Gvir’in öncelikleri Gazzelilerin tehcir edilmesi, İsrail’in Gazze’yi Yahudi yerleşimlerine açması ve Batı Şeria’nın da ilhak edilmesi. Bu iki faşist koalisyon ortağı her ateşkes imzalandığında hükümetten çekiliyor. Bu nedenle Netanyahu Gideon Sa’ar gibi bir muhalifi de koalisyonuna kattı, böylece bu tür ateşkeslerde hükümetin çoğunluğunu kaybetmemeye çalışıyor. Fakat NYT’nin dosyasına göre Netanyahu yine de Biden döneminde birçok kez finalize olan ateşkes anlaşmasını Ben-Gvir ve Smotrich’in tehditleri üzerine imzalamayı reddetti, yapılan ateşkesi bozdu.

Bu aşırı sağcı faşistler nedeniyle İsrail ABD’nin ve ordudaki üst düzey yetkililerin taleplerine rağmen barış sonrası bir Gazze planı yapmıyor. Zira bir şekilde Trump’ı ikna edip Gazzelilerin tehcirini ve Gazze bölgesinin İsrailli yerleşimcilere açılmasını kolaylaştırmak da plan dahilinde. Bu nedenle Netanyahu her şeyden bahsediyor, fakat barış sonrası Gazze’de ne olacağına dair sessizliğini koruyor. Bu sessizliğin arkasında soykırımın kaçınılmaz bir sonraki aşaması tehcir olabilir.

Netanyahu’nun siyasi istikbali için dikkate aldığı bir diğer grup da Ortodoks Yahudiler. Geçen sene İsrail Yüksek Mahkemesi, Ortodoks Yahudi genç dini öğrenciler için zorunlu askerliği muaf kılan yasayı iptal etmiş, bunun üzerine Haredi Yahudi partiler bu muafiyetin yeniden düzenlenmesi ve Yüksek Mahkeme’nin yapısının değiştirilmesi taleplerini iletmişti. Netanyahu ise bu talepler........

© Serbestiyet