Devleti yıkmak bu kadar kolay mı?
“Daha önce hiç Komünist Parti üyesi oldunuz mu veya şu anda Komünist Parti’ye üye misiniz?”
Donuk ve sert bir sesle yüzünüze höykürülen bu sorunun muhatabı olmanız için Soğuk Savaş döneminde ABD’de yaşayan sosyal demokrat eğilimli bir entelektüel, yazar veya oyuncu olmanız yeterliydi. 2. Dünya Savaşı’nın hemen ardından senatör McCarthy’nin başlattığı cadı avı, arkasına devletin gücünü almış; temelsiz bir paranoya resmi bir politikaya evrilmişti. McCarthy önderliğindeki Senato ve Temsilciler Meclisi üyeleri, ABD’deki komünistlerin Sovyet desteğiyle devleti yıkmak istediklerini, komünist bir darbe hazırlığında olduklarına inanıyordu. McCarthy’nin rüzgarına kapılanlara göre bu “kızıl operasyonun” tek ayağı Amerikan Komünist Partisi değildi. Sovyetler birçok sanatçı, yazar, oyuncu ve yönetmeni de dolaylı veya doğrudan bir şekilde kullanıyor, sol eğilimli bu sanatçılar yaptıkları filmler, yazdıkları romanlar aracılığıyla Amerikan toplumunu “zehirliyor”, komünizmin zihinlerde yayılması için bir etki operasyonu güdüyordu. McCarthy’ye göre, azınlıklar, solcular ve eşcinseller kamu görevlerine sızarak içeriden hükümeti ele geçirmeye çalışıyordu. Bu yüzden de hepsi tasfiye edilmeli, ad ve soyadları kamuoyuna açıklanmalı, işten kovulmalı, sosyal izolasyona maruz bırakılmalıydı.
Aslında McCarthy’nin nadir de olsa haklı olduğu bir nokta vardı. Komünizm olmasa da en azından sol, Amerikan toplumu arasında yayılıyordu. Fakat bunun sebebi bir algı operasyonu veya bir avuç sanatçının komplosu değil, zamanın ruhuydu. 2. Dünya Savaşı sırasındaki Sovyetler-ABD iş birliği, İspanya İç Savaşı’na Amerikan aydınlarının ilgisi, faşizme karşı örgütlenen sol hareketlerin ivme kazanması, Avrupa’da yükselen sosyal demokrat hareket; ABD’deki siyah hakları mücadelesiyle eklemlenmiş, ABD Komünist Partisi’nin üye sayısı 50 bine çıkmış, özellikle aydınlar arasında sol fikirler yayılmış, Hollywood’da siyah hakları, sendika hareketi temalı içerikler de artmıştı. Hollywood yazarları, aktörleri ev partilerinde, panellerde, sendika toplantılarında bir araya geliyor, kamusal tartışmalara daha çok dahil oluyor, hatta az bir kısmı Komünist Parti’ye üye dahi oluyordu.
Yükselen sol, en az McCarthy kadar ünlü film yapımcısı Walt Disney’i de rahatsız etmişti. Disney’deki animasyon çizerleri de atmosferden etkilenmiş, sendikalaşmaya başlamıştı. Walt Disney küplere binmiş, sendikaların zararlarını anlatmaya başlamış, bütün sendikaların komünist bir darbe planının parçası olduğunu vurgulamıştı. Disney’e göre çizerler bugün sendikalaşırsa, yarın devrim de yapabilirdi.
McCarthy rejiminin rüzgarını da arkasına alan Disney hızını alamadı, sendika faaliyetlerini yürüten 17 çizeri işten attı. Disney’in bu kararı şirkette 200 çalışanın iş bırakmasına, Disney yapımı filmlerin sekteye uğramasına sebep oldu. Günün sonunda Walt Disney kaybetti, sendikayla masaya oturdu, sözleşmeyi imzaladı, kovulan işçiler işlerine geri döndü. Disney çalışanları sendikal haklarını söke söke almıştı.
Fakat Walt Disney, vermek zorunda kaldığı bu tavizi hiçbir zaman içine sindiremedi.
Walt Disney’e göre film endüstrisine komünistler yani kızıllar hakimdi, kızıllar da filmler, diziler, animasyonlar aracılığıyla komünist fikirleri halk arasında yayıyor, insanları zehirliyordu. ABD’de komünist bir devrim olmaması için Hollywood içindeki bu “kızıllar” temizlenmeliydi. Walt Disney, bu paranoyayı verdiği söyleşilerde, siyasetçilere yazdığı mektuplarda, antikomünist dalgaya katılması için cesaretlendirdiği gazetecilerle yaptığı sohbetlerde tekrarlıyor, devletin harekete geçmesini istiyordu.
Disney epey şanslıydı, ABD’nin siyasi iklimi böyle bir cadı avı için oldukça müsaitti. 1938 yılında kurulan “Amerikan Karşıtı Faaliyetleri İzleme Komitesi” 1945’te kalıcı bir Kongre Komitesi haline gelmiş, McCarthyizmin etkisiyle ülkede komünist avına çıkılmıştı. Komite yasalara göre inceleme ve araştırma yetkilerine sahipti, Komite tarafından ifadeye çağrılan kişiler ifadeye gitmezse veya Komite’nin sorularına cevap vermezse para ve hapis cezasıyla karşı karşıya kalıyordu. Komite’nin davetine niçin icap edilmediğinin pek önemi yoktu, Komite’nin davetine gitmemek doğrudan ceza almak için yeterliydi. Komiteye çağrılan insanlara “Komünist misin?” sorusu yöneltiliyor, başka komünistlerin isimlerini vermeleri isteniyor, verilen bu isimler işten atılıyor, fişleniyordu. Kameralar önünde birçok ismin itibarı böylece sıfırlanıyordu. İş birliği yapanlar ise kahraman ilan ediliyor, verdiğiniz isimlerin sayısına göre kariyer basamaklarını çıkış hızınız artıyordu.
Disney’in intikam fitilini ise “The Hollywood Reporter” gazetesinin muhabiri William Wilkerson ateşledi. 1946 tarihinde yayınladığı “Stalin’e bir oy” başlıklı makalesinde Stalin’e oy verecek kadar Sovyetleri ve komünizmi seven içinde Dalton Trumbo, Maurice Rapf gibi ünlü isimlerin olduğu 10 senaryo yazarı ve yapımcının ismini kamuoyuna açıkladı. Wilkerson, adeta bir tetikçi gibi soyut iddialarla insanları anti-komünist öfkeyle kızıl arayan kamuoyunun önüne atıyor, sağdan soldan duyduğu iddialarla her hafta sanatçıların, yönetmenlerin isimlerini içeren uzun fişleme yazıları kaleme alıyordu. Yıllar sonra babası adına bütün sanat camiasından özür dileyen oğlunun aktardığına göre, Wilkerson gençliğinde bir film stüdyosu kurmak istemiş, başarılı olamayınca da sanat dünyasına öfkesini dindirememişti.
Nihayetinde istenen oldu. Wilkerson’ın bu şahsi takıntısı ve........
© Serbestiyet
