Ölmeyesen Sırrı ölmeyesen!
Feleğin sillesini yemiş insanlardan biriydi Sırrı Abi. Daha el kadar bir çocukken babasını yitirmişti. Üç kardeşi ve annesiyle birlikte yoksulluğun ve yoksunluğun en acısına ve en ağırına erken yaşlardan itibaren maruz kalmıştı. Yetimlik, kimliğinin asli unsuruydu. 9-10 yaşlarındayken bir ödevden ötürü kendisini döven öğretmenine, yaşlı dedesinin dermansız kalmış ayaklarını zar zor sürüyerek ve bastonuna dayanarak gösterdiği hiddetli tepkiyi kulağından çıkarmadığı bir küpe yapmıştı:
“Utanmıyor musun, bir yetime el kaldırmaya! Bir yetimi dövenin, haşa, Peygamber Efendimizi dövmüş gibi olduğunu bilmez misin be adam?”
O günden sonra onun için yetimin -siz bunu, fakirin, ezilmişin, dara düşenin, herhangi bir sebeple hali müşkül olanın diye okuyun- yanında durmak, hayatına yön veren sarsılmaz bir ilke olmuştu.
Kaderin işi garip! Bir yanıyla derin bir fukaralığa mahkûm edip ona gün yüzü göstermemişti. Lakin bir diğer yanıyla da, ayrı dünyaları aynı anda tanımasını sağlayarak, ona el vermişti. Baba tarafından devrimci, anne tarafından Nurcu bir ailenin mensubuydu. Yakınındaki devrimcilerin de Nurcuların da kendi akidelerine bağlılıkları sağlamdı. Müesses nizamın gözünde her iki cenah da makbul değildi; ama onun nezdinde onlar özleri ile sözleri bir olan “dünya tatlısı” insanlardı.
Hayat gailesi onu zorlu bir serüvene zorladı; ekmek parasını kazanmak için çalmadığı kapı kalmadı. Lastikçilikten senaristliğe, fotoğrafçılıktan yönetmenliğe, kamyon şoförlüğünden köşe yazarlığına, hatta geçici imamlıktan oyunculuğa kadar her işi yaptı. Her dem gaye tekti; ele güne muhtaç düşmemek, dosta düşmana mahcup olmamak, şartlar ne denli müşkül olursa olsun adını temiz tutmaktı. Hayatın ancak böyle bir manası olabilirdi.
Hikâye Anlatıcısı
Az zamanda birbirine zıt çok sayıda dünyaya tanık olmak, ayrı mahallelere girmek ve farklı işlerle meşgul olmak ona birçok haslet kazandırdı. Evvela, muazzam bir hikâye anlatıcısı oldu. Şahsen tanıdığım en müthiş hikâye anlatıcılarından biriydi. Mevzu ne olursa olsun, onun o mevzuu muhataplarına anlaşılır kılan bir hikâyesi, bir hatırası, bir anekdotu mutlaka olurdu. Hem de öyle lalettayin, her yerde rast gelebileceğiniz sıradan hikâyeler de değildi bunlar. Hep orijinal öyküler bulurdu; meseleyi bam telinden yakalar ve en karmaşık konuyu dahi açık seçik hale getirirdi.
Hoşsohbetti, yanındayken sıkılmazdınız. Anlattıklarıyla sizi yormazdı; aksine sohbet biraz daha devam etsin diye duacı olurdunuz. Çünkü evet, engin bir kültürü ve bilgisi vardı ama bu bilgisi ve kültürüyle sizi dövmeye kalkmazdı. Malumatfuruşluk yapmaz, bilgiçlik taslamaz, üst perdeden konuşmaz ve biz........
© Serbestiyet
