Küresel tedârik zincirlerinin kırılması ve neo-Leninist safha
2020’deki pandemi süreci ve şimdilerde onu takip eden “gümrük savaşları”, modern dünyanın en hassas sinir uçlarına, küresel tedârik zincirlerine dokundu. Ve zannımca, buralardaki kırılmalar hâlâ hafife alınıyor.
Bilhassa Batı’daki (ve genel mânâda liberal-kapitalist havzadaki) köklü-çılgın tüketim alışkanlıkları – çok muhtemeldir ki – üretimsel karşılığını bulamayınca “dumur”a uğrayacak.
Nitekim son 5 yılın ekonomik göstergeleri ufukta dalga dalga ama yavaşça büyüyen “şok”a ayna tutan cinsten.
Jeopolitik gerilimler ve “milliyetçi eko-politik”
Şüphesiz ki ABD-Çin açık ticârî çatışması, Avrupa Birliği (AB)-Rusya arasındaki siyâsî (ve askerî) gerginlik, tırmanan Hindistan-Pakistan krizi ve Ortadoğu’daki İran, İsrail, Yemen, Körfez, Somali vb. bilmeceler hâlihazırda zaten “sendeler” kıvamdaki küresel tedârik zincirlerini temelden sarsmaya aday.
Bu bağlamda dünya çapında ivme kazanan “korumacı” ve hatta “izolasyonist” reflekslerle bezeli “milliyetçi eko-politik” elbette bir yeniden yapılanma istencini fısıldıyor ancak “ne pahasına?” sorusu muhakkak sorulmalı.
Sorulmalı zira gerçekçi olmak lazım: 1930’lardaki milliyetçiliklerin itkisiyle girişilen “ekonomik rejenerasyon” silsilesi “küreselleşme” diye bir olgunun henüz filizlenmediği veya minyatür ölçekte filizlendiği bir “zaman”a aitti. Kaldı ki bu, yaklaşan büyük savaşa dair bir “hazırlık” süreciydi.
Oysa bugünkü milliyetçi perspektifler (kimisi içgüdüsel, kimisi zorâki) fevkalâde karmaşık, iç içe geçmiş ve sofistike bir “karşılıklı bağımlılık ağı”na reaksiyon vermek için debeleniyor. Hâl böyle olunca, tesis edilen “kopukluğun” maliyeti de yükseliyor.
Kim bilir, belki yine ve yeniden yaklaşan bir “büyük savaş”ın arifesindeyizdir ve eskinin bilindik reçeteleri günümüze uyarlanıyordur.
Mümkün mü? “Değil” denilemez. Hele ki mevcut silâhlanma hızı, çeşitliliği dikkate alındığında…
Batı’nın tüketim müptelalığı ve toplumsal etkiler
Öte yandan her ne kadar “hortlayanın” milliyetçilikler olduğu öne sürülse de gölgede bekleyen bir başka “heyûlâ” hareketlenme ipuçları veriyor.
Önemsediğim bazı analistlerin de üstüne hususen parmak bastığı gibi aslında bu, Leninist pratiğin ta kendisi addedilebilir.
Elbette “kelimesi kelimesine” alınabilecek bir “spekülasyon” değil bu. Göreceli ve güncelleşmiş olarak düşünülmeye muhtaç. Fakat abartısız bir “gerçekleşebilirlik” payı olduğu da aşikâr.
Özellikle Batı’nın canının çokça acıyabileceği ihtimali yabana atılmamalı.
Tüketimin en yoğun, en istikrarlı ve en “adanmış” olduğu piyasalar başta ABD ve AB olmak üzere, Batı’da. Dahası, bu alışkanlığın ontolojik plânda yoğurduğu bir “konfor” algısı var. Harcamaya ve harcatmaya dönük kocaman, dev bir “çark” işliyor.
Sorun şu ki, Batı artık bu tüketimin-harcamanın dayandığı “üretim üssü” değil. Bu hüviyetini yitireli epey oldu. Dahası, canlılığı ve........
© Serbestiyet
