Trump’un dünya görüşü
Trump 2020 seçimlerini kaybettiğinde tüm medeni dünya derin bir nefes almış, yenilgisinin neticesinde demokrasinin o kadar kolay bir şekilde ortadan kaldırılmasına başta ABD halkı olmak üzere serbest seçimlere sahip ülkelerin seçmenlerinin izin vermeyeceği kanaati yaygınlaşmıştı. Ne yazık ki Biden döneminin başarısızlıkları Trump’un geri gelmesine imkân verdi.
İlk döneminde yönetiminde yer alan “odadaki yetişkinler” olarak adlandırılan yakın çevresi Trump’u fazla zarar vermeden frenleme ve etrafı kırıp dökmesini engelleme imkanını bulmuşlardı. Gerçi yakın çevresindekilerin sık sık azledildiği, kilit pozisyonlardaki kişilerin bazen birkaç gün, çoğu zaman da ancak birkaç ay görevde kalabildiklerini gördük.
Bu seferki yönetimde ehliyet ve liyakat değil, sadece sadakate yer verildiği çokça yazıldı. İlk birkaç ay içinde görevden alınan tek önemli yönetici Ulusal Güvenlik Danışmanı Mike Waltz oldu. O da Birleşmiş Milletlere Büyükelçi olarak atanmıştır ki bu ABD sisteminde kabine üyeliğini de beraberinde getiren bir görev. Waltz’ın suçunun devlet sırlarını internette güvenliği olmayan bir yöntemle paylaşmak olarak açıklanmışsa da Trump ile fikir ayrılığına düştüğü konular olduğu da iddia edildi.
Trump’un bir ABD Başkanı, hatta herhangi bir siyasetçi için alışılmışın çok dışında olan ve belirsizlik yaratmayı adeta bir yönetim tarzı haline getirmekten ibaret olarak görülen tavrı ve kafa yapısı son aylarda bir çok yayın organında tahlil edildi. Bunlardan beni en çok etkileyeninin Yuval Noah Harari’nin 18 Nisan 2025 tarihli “Financial Times” gazetesinde çıkan “Trump’s world of rival fortresses” (Trump’un karşıt kale dünyası) başlıklı yazısıdır diyebilirim.
Bu yazıda Trump’un dünya görüşüne göre her iki tarafın kazançlı olabileceği bir sonucun bulunmadığı, bir taraf kazanırsa, ötekinin kaybetmeye mahkûm olduğu Harari tarafından anlatılıyor. Babasından kalma emlak servetini birkaç kez iflasa götürüp sonra şimdi her konuda Özel Temsilci olarak atadığı eski dostu ve golf partneri Steve Witkoff’un yardımlarıyla kendini kurtarmayı başarabilmiştir. Belki de emlak projelerinin pazarlıkları sırasında iki tarafın kazançlı çıkabileceği bir ortamın bulunmadığı anlayışı, onu geçmişte iflasa götüren neden olmuştur. Ancak ikinci dönemi başladığından bu yana attığı bütün adımların arkasında bu hesabın yattığı görülüyor. Kazançlı her zaman kendisi olacak, karşı taraf yenilgiye uğrayacak ve konu öyle kapanacak. Gerçi ortaya attığı iddiaların önemli bir bölümünün, belki de hiçbirinin henüz arkası gelmedi. Örneğin Grönland’ı, Panama Kanalını, Kanada’yı ele geçirme iddiaları boş çıktı. Seçim kampanyasını Trump karşıtlığına dayandıran Kanada başbakanı Mark Carney, Oval Ofisteki görüşmede ülkesinin satılık olmadığını ve hiçbir zaman olmayacağını kameraların önünde vurgulamış, Trump de sadece zayıf bir sesle “hiçbir zaman dememek lazım” diyebilmiştir. Son zamanlarda artık Kanada, Grönland ve Panama Kanalının ilhakından bahsetmez oldu gibi geliyor. Yine de Kanada başbakanı Carney ülkesinin yalnız olmadığını Trump’un yüzüne vurmak için Parlamentonun açılışını yapmak için 1977 yılından bu yana ilk defa olarak aynı zamanda Kanada Kralı da olan III. Charles’i Ottawa’ya davet etmiştir. Annesi II. Elisabeth gibi Commonwealth’e büyük değer veren Kral Charles’in bu daveti büyük bir memnuniyetle kabul ettiği basından gizlenmedi. İngiltere monarşisine büyük saygı duyduğu bilinen Trump’un mesajı alıp almadığı önümüzdeki dönemde anlaşılacaktır.
İktidara geldikten sonra yaptığı ilk şeylerden biri de ticaret savaşı tehdit etmek olmuştur. Bunca yıl uğraştığım uluslararası ticaret........
© Serbestiyet
