menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Nükleer şemsiye

14 1
17.03.2025

Donald Trump’un iki ay önce Beyaz Saray’a ikinci gelişinden sonra nerede ise ilk hedefinde uluslararası hukuk kurallarına dayalı ilişkiler sistemi oldu. İlk bariz kurban hukuka ve kurallara dayalı ve ABD’nin kurucusu olduğu uluslararası ticaret sistemi oldu. Trump bu kuralların her zaman ABD çıkarlarına uymadığı noktasından hareketle sistemi alt üst etti ve sadece güçlülerin hakimiyetine dayalı şeni bir ilişki modeli ortaya çıkardı. Tabii birçok başka alanda olduğu gibi dünya ticaretinde de ABD tartışmasız en büyük güç olduğu için amaçlarına tüm tarafların yararına sonuçlanacak bir müzakere süreciyle tehditler ve tek taraflı tedbirlerle ulaştığını görüyoruz. Nerede ise 80 yıl boyunca kademeli olarak ve büyük ölçüde ABD’nin önderliğinde oluşturulan bu sistem birkaç hafta içinde berhava edildi. Kurulduğundan bu yana Dünya Ticaret Örgütünde (DTÖ) ve selefi Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Anlaşmasında (GATT) Genel Müdür Yardımcılarından biri ABD’nin ağırlığının kanıtı olarak hep o ülke vatandaşı olmuştur. Trump’un bu örgüte indirdiği ölümcül darbelerin sonucunda şimdiki ABD uyruklu Genel Müdür Yardımcısının görevinden ayrılmayı düşünüp düşünmediğini önümüzdeki dönemde göreceğiz.

Trump’un uluslararası sisteme indirdiği tek darbe bundan ibaret olmuş olsaydı, uyguladığı veya uygulama kadar zararlı olan tek taraflı tarife tedbir tehditlerinin yarattığı sarsıntıları geçirdikten sonra dünya ekonomisi daha düşük bir düzeyde olsa bile kendini toparlama imkanını bulacaktı.

Ancak Trump bununla yetinmeyip İkinci Dünya Savaşının bittiği 1945 yılından bu yana dünyayı ayakta tutan dengeyi de alt üst ederek barışı tehdit edecek şeyler yapmaya başladı.

Hatırlanacağı üzere ABD Ağustos 1945’te Hiroşima ve Nagasaki’ye birer atom bombası atarak konvansiyonel silahlarla devam etmiş olsaydı birkaç yüz bin daha ABD ve Japon askerin ölümüyle sonuçlanacak ve belki 1-2 yıl daha sürecek savaşı bir haftada bitirdi. Bugün Japonlar dahi korkunç bir silah olan atom bombasının ülkelerine atılmasını bu nedenle anlayışla karşılar durumdalar.

Ancak atom bombasının sadece ABD’nin elinde olmasının ona ölçüsüz bir güç vereceğini düşünen ABD’deki araştırma ekibinde yer alan bir İngiliz casus, bombanın sırlarını SSCB’ye verince o da 1949 yılında bomba sahibi oldu. Nitekim, Kore savaşında işlerin çok iyi gitmediğini düşünen ve daha önce ABD’nin Japonya’ya karşı zaferinin mimarı olan General Douglas McArthur Kuzey Kore-Çin hududuna beş adet atom bombası atmayı tasarlamıştı. Bu planı öğrenir öğrenmez Başkan Truman, McArthur’u durdurmakla kalmayıp ABD kamuoyundaki şöhretini dikkate almaksızın azletmişti. O tarihten sonra atom bombasının kullanılmasının bir daha ciddi bir şekilde gündeme geldiğine ben rastlamadım.

Sonraki yıllarda Çin, Birleşik Krallık ve Fransa da nükleer silah sahibi oldular. Birleşik Krallığın nükleer silahlarının geliştirilmesinde ABD’nin rolü büyük oldu. Bugün bile Birleşik Krallık nükleer başlıkları ABD füzelerine bağımlıdır. Trump ABD’sinin Birleşik Krallığın bu silahları kullanmasını engelleme imkânı olması İngilizleri bugün........

© Serbestiyet