Güneş gerçekten Çin’de mi doğuyor?
Geçenlerde İstanbul’da katıldığım bir toplantıda konuşmacı olan ve bir üniversite tarafından ülkemize davet edilen Singapur’lu emekli büyükelçi ve profesör, ölçüsüz ifadelerle Çin’i övücü bir konuşma yaptı. Çin’in karşılaştığı başta nüfusun yaşlanması ve azalması gibi sorunları dile getirdiğimde bunların robotların daha fazla kullanılması ile aşılabileceğini, Uygur sorunundan bahsettiğimde Şinkiang halkının (tabii Doğu Türkistan demedi ve Uygur adını kullanmadı) Gazze’deki Filistin’lilerden daha iyi durumda olduğunu anlattı. Bu şüphesiz doğru bir tespit ama herhalde Çin’in soydaşlarımıza reva gördüğü ve Türkiye dışında birçok ülke tarafından soykırım olarak tanımlanan mezalimi herhalde affettirmez.
Toplantıdan sonra Çin Halk Cumhuriyeti’nin propagandasının ne kadar güçlü ve etkisinin ne kadar uzaklara kadar uzandığını düşündüm. Benzer görüşleri Singapur’lu profesör kadar Batı düşmanı bizdeki bazı akademisyen, yorumcu ve gazetecilerde görüyoruz. Çin kendi görüşlerini yaymak için fütursuzca muazzam miktarda paralar harcamakta, gazeteci ve sözde kanaat önderi ağırlamakta, yayın kuruluşu finanse etmektedir. Bu tür faaliyetler aslında totaliter rejimlerin ortak özelliklerinden biridir. Rusya da aynısını yapmaktadır. Hatta ülkemizde dahi.
Bütün bunlar Çin’in Mao ZeDong’un 1976 yılında ölümünden sonra meydana gelen değişim ve muazzam kalkınma performansına tabiatıyla gölge düşürmez. Çin’in Mao’dan sonra Deng Şiaoping yönetiminde ülkeyi Mao zamanında felakete götürmüş iptidai komünist ekonomik politikaları terk ederek piyasa ekonomisine geçtiği herkesçe malumdur. Pekin şehrinin nasıl değiştiğini 1982 ile 2009 yılları arasında oraya yaptığım birkaç ziyaret sırasında kendim de gözlemledim. İlk gittiğimde şehirde kalınacak ve Stalin zamanında Sovyetler tarafından inşa edilmiş bir tek otel varken sonraki yıllarda şehrin nasıl modernleştiğini kendi gözlerimle gördüm. Deng’in meşhur “fare yakaladıktan sonra kedinin ne renkte olduğu önemli değildir” lafıyla Çin kendini piyasa güçlerine ve özel sermaye birikimine emanet etmişti. Aynı zamanda Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ), Uluslararası Para Fonu gibi serbest piyasa kurallarını ve hukuk düzenini savunan teşkilatlara da üye olmuş, bunu yaparken de kendi ekonomik yapısını onların kurallarına uyarlamak durumunda kalmıştı. Siyasi sistem de tabii demokratik ve çoğulcu olmamakla beraber ülkenin bir kişinin yönetimine ilelebet geçmemesi için değiştirilmiş, liderlerin on yıldan fazla başta kalmamaları ancak haleflerinin seçiminde de ana etken olmaları sağlanmıştı. Bu suretle hem devamlılık sağlanıyor hem lider değişiklikleri ahenkli bir şekilde yapılabiliyor zira ayrılan lider halefini az çok kendi seçtiği için emekliliğe huzur içinde ayrılabiliyordu. 1989 Tienanmen ayaklanmaları hariç de bu sistem hızlı ekonomik kalkınma için şart olan ülkeye istikrar ve devamlılık getirmişti.
Bu süre zarfında Çin gerçekten bir ekonomik kalkınma patlaması yaşadı. Uzun süre devam eden çift haneli büyüme oranları yaşamış, bir nesil içinde en azından büyük şehirlerde fakirlik geride bırakılarak bir orta sınıf ortaya çıkmıştır. İlk gittiğimde sokaklarda sadece bisikletle........
© Serbestiyet
