Avrupa güvenlik mimarisi ve Türkiye
Rusya’nın 24 Şubat 2022 tarihinde Ukrayna’ya saldırması tüm bölge ve özellikle 1945 yılından bu yana Yugoslavya savaşları dışında savaş görmemiş olan Avrupa ülkeleri için Sovyetler Birliğinin çökmesinden sonra girdikleri rehavetten sert bir uyanışa yol açtı. İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki dönemde Avrupa ABD nükleer şemsiyesi ve konvansiyonel güç desteği sayesinde kendi savunmasını ihmal etme lüksüne sahip olmuştu. Zaten 1945’ten sonraki dönemde geçmiş tecrübeler ışığında Almanya’nın silahlanmasına pek sıcak bakılmamış, gelen geçen tüm hükümetler ABD’ye yaslanarak ekonomik kalkınmaya öncelik vermek ayrıcalığına sahip olmuştu. Soğuk Savaşın bitmesinden sonra “barış temettüsü” adlandırılan kazanç sayesinde askeri harcamalar daha da azaltılmış, tasarruf edilen kaynaklar çok daha fazla oy getiren sosyal harcamalara tahsis edilebilmiştir.
Diğer taraftan Avrupa silah sanayii de bir türlü entegre olamamış, her ülke kendi sanayiine öncelik vermiş, iş birliği çok sınırlı kalmıştır. Son dönemlerde savaş uçakları üretimleri ortak projeler şeklini almışsa da AB ülkeleri içinde birbirleriyle rakip en az üç savaş uçağı projesi olduğu malumdur. 150’den fazla mermi üretimi olduğu da bilinmektedir.
Ukrayna savaşına kadar Avrupalıların ortak girişim ve silahlı kuvvetlerini güçlendirme gibi bir hedefi yoktu. Oysa Obama’nın başlattığı Asya’ya dönüş (pivot to Asia) politikasından sonra ABD’nin Avrupa’nın savunmasına bağlılığının azalacağı kanaati yayılmaya başlamıştı. Trump’ın ilk döneminde bile ABD’nin güvenirliği sorgulanmaya başlamış, kendisi de zaten bu konuda birçok soru işaretine yol açan davranışlarda bulunmuştu. Aslında tamamen de haksız değildi. Avrupalı NATO ülkelerinin milli gelirlerinin %2’sini savunmaya harcamaları talebi dahi NATO tarafından benimsenmiş olmasına rağmen birçok ülke tarafından ciddiye alınmamıştı. Buna rağmen Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un NATO’nun beyin ölümünde olduğu ve AB ülkelerinin kendi savunmalarını üstlenmeleri gerektiği yolundaki sözleri istihza ile karşılanmıştı.
Ukrayna savaşı bu denklemi alt üst etti. Almanya savunmayı pek öncelemeyen Sosyal Demokrat-Yeşil koalisyonu döneminde bile askeri harcamaları rekor düzeye çıkarmayı vaat etmiş, ancak bu vaadin ne ölçüde gerçekleştiği aradan geçen üç sene içinde çok da açıklığa kavuşmamıştır. AB ülkeleri konuyu uzun uzadıya tartışmayı etkin adımlar atmaya tercih etmişlerdi. Ekonomik durağanlık ve kemer sıkma ortamında sosyal harcamaları kısıp askeri yatırımları arttırmak tabii ki demokrasilerde oy kazandıracak bir şey değil.
Ancak Avrupa ülkelerine ikinci darbe Ocak 2025’te ikinci defa iktidarı alan Trump’dan geldi. Gelir gelmez hem kendisi hem de ekibinin mensupları Avrupa’dan çekilebileceklerini, Ukrayna’ya askeri yardımları kesebileceklerini, Avrupa’nın kendi savunmasını daha büyük ölçüde üstlenmesi gerektiğini en katı ifadelerle dile getirir oldular.
Bu söylem Avrupa’da haliyle bir panik havası yarattı. Hem Ukrayna’ya silah desteğinde ABD’den zaten daha yüksek olan oranının daha da yükseltilmesi gerektiği, hem de ABD’den otonom bir sanayi oluşturmanın artık şart olduğu sonucuna varılmıştı. Aslında AB bünyesinde bir Avrupa Savunma Ajansı (European Defence Agency-EDA) uzun yıllardır mevcut, Brüksel’deki görevim sırasında ziyaret ettiğimi hatırlıyorum. Ancak yukarıda da bahsettiğim........
© Serbestiyet
