menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Yeni İttihatçılık havuzunun bilinçsiz balıkları

33 7
02.09.2024

Her şeyin her an değiştiğini söyleyip dursak da değişimi kabullenmek kolay değil… Canlıların en temel özelliği ‘kendini aynen devam ettirmek’. Mümkünse aynı koşullarla, aynı avantajlarla, aynı anlam dünyasıyla…

Bu ülkede 2016 yılında bir değişim oldu. Geriye dönüp baktığımızda bu değişimin ideolojik ve siyasi zemininin 2015 Kasım seçimleri sonrasında, hatta belki de 2015 yazında atıldığını söyleyebiliyoruz.

Belki PKK ile mücadelede ‘hendek’ evresi devlet aktörlerinin gelecekle ilgili yeni çözümler aramaya başlamasına neden oldu. Belki de Kasım 2015 seçiminin AK Parti tarafından yeniden büyük farkla kazanılması yeni bir yönetim imkanını ortaya çıkardı veya bu arzuyu tetikledi.

Gülen cemaatiyle AK Parti arasındaki 2011’den itibaren sürmekte olan kavganın geri dönüşü olmayan bir evreye tırmanması ise, muhakkak ki söz konusu ‘yeni bir Türkiye hayali’ ve ona uygun ‘yeni bir rejim’ tasavvuruna hız verdi.

2016 yılı ilk yarısında AK Parti’de bir tasfiye yaşandı. Modernist Kemalist rejimle birlikte davranma eğilimde olanlar, CHP ile koalisyon yapmayı ‘düşünebilenler’ bir anda elimine oldular. Yılın ortasına gelindiğinde Erdoğan artık partiye tamamen hakimdi.

Aynı yılın ilk yarısında Gülen cemaatiyle olan gerilim tırmandı, ya da tırmandırıldı. Temmuz ayına gelindiğinde cemaatin devlet içi kadroların çökertilme planları dolaşmaya başladı. Gülenciler buna karşılık acilen darbe yapmaya kalkıştı ve başarısız oldu. Yine dönüp baktığımızda darbe girişiminin önceden bilindiğinin (tahmin edilmesi zaten zor değildi!) ve bazı kişilerin iki tarafa da yakın olduğu izleniminin edinildiği, darbe günüyle ilgili karanlıkta kalmış birçok sorunun halen cevaplanmadığı, sanki ‘suçüstü’ yakalama isteğinin de ortalıkta gezindiği bir olaydı.

Ancak çok kritik bir sonuç üretti: İktidarı sadece o anki konumuyla değil, ‘olmak istediği haliyle’ meşru hale getirdi. İktidara yeni bir imkan sundu: Kendini yeniden tanımlama…

Bu noktada Bahçeli sahneye çıktı ve Erdoğan’a cumhurbaşkanlığı sistemini önerdi. (Yine dönüp baktığımızda Bahçeli ile Erdoğan arasındaki ilişkinin de 2015 ortalarından itibaren ‘tazelendiğini’ anlıyoruz.) Bu teklifin sahne arkasındaki sahiplerini tam olarak bilmiyoruz. Ama bugün iktidar içi dinamikleri gözlemleyenler karşımızda sabitleşen bir kadro olduğunu, bunun yeni katılanlarla ‘zenginleştiğini’, amacın siyasi iktidardan bağımsız bir devletçi iktidar anlayışının kalıcı odağı haline gelmek olduğunu görebilirler.

Velhasıl eğer kendimizi kandırmak gibi bir niyetimiz yoksa, bakma ve görme isteğimiz devam ediyorsa, olan biteni anlamlandırmak pek zor olmasa gerek.

Türkiye 2016 ortası itibariyle yeni bir rejime geçti. Parlamento gücünü kaybetti, yargı yürütmenin doğal parçası haline getirilmeye çalışıldı (bu süreç halen tam olarak başarılmış değil), cumhurbaşkanlığı her konuda tam yetkili kılındı, ancak en önemlisi devlet ile siyaset bütünleşti. Bugün devlet aktörleri birer siyasetçi gibi politika üretiyor, eğitimden ekonomiye ‘uzun vadeli stratejik plan’ yapıyorlar. Tek anlamlı siyasetçi olarak tebarüz eden Cumhurbaşkanı ise bir........

© Serbestiyet


Get it on Google Play