menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Kendinden kaçan kalabalık: Eric Hoffer’ın ışığında Türkiye’de kesin inançlılar

23 1
14.09.2025

Bazen bir kitap, içinde doğmadığı bir coğrafyanın ruh hâlini bile korkutucu bir berraklıkla açığa çıkarabilir. Eric Hoffer’ın Kesin İnançlıları böyle bir kitap. 1951 yılında ABD’de yazılmış olsa da, satır aralarında, neredeyse bugünün Türkiye’sinden yankılar işitilir. Hoffer, kitlesel hareketlerin doğasını anlamak için bireyden başlar; onun yalnızlığından, öfkesinden, eksikliğinden. Kitle hareketleri, ona göre bir fikrin ya da inancın büyüklüğünden değil, onu taşıyan bireylerin içsel boşluklarından doğar. İnsan, ne zaman ki kendiyle baş başa kalamaz hâle gelir, o zaman bir davaya “inanmaya” hazır hâle gelir.

Türkiye’de son yıllarda yükselen kutuplaşmalar, sadakat kültürleri, lider etrafında toplanan kült kolektifleri ve politik inançların dini dogmalarla neredeyse eşdeğer hâle gelişi, Hoffer’ın tespitlerini neredeyse bire bir doğrular. Onun tarif ettiği “kesin inançlı” kişi, yalnızca bir ideolojiye bağlanmaz; aynı zamanda kendi benliğinden, sorumluluğundan ve düşünsel özgürlüğünden de vazgeçer.

“Bir hareketin ilk kıvılcımı fikirde değil, kişide başlar. Gerçek inanç, boşlukla karşılaşmış bir benlikten doğar.” (Hoffer)

Bu satırda, yalnızca geçmişin faşist ya da komünist kitleleri değil, bugünün ekran bağımlısı, öfke yüklü, sosyal medyada linç kolektifine dönüşmüş insanları da görürüz. Türkiye’de bugün bir kimlikten ötekine geçişin bu denli hızlı olması, ideolojilerin birbirine bu kadar kolay dönüşebilmesi tam da Hoffer’ın uyardığı şeye işaret eder: İnanç değil, boşluk belirleyicidir.

Peki, Hoffer’ın kavramlarını kullanarak, Türkiye’de son yıllarda yükselen otoriterleşme, politik sadakat, kültürel kapanma ve bireyin yok oluşu gibi meseleleri irdeleyecek olursak nasıl bir tablo ile karşı karşıyayız?

Eric Hoffer’a göre kitlesel hareketlerin temelinde yatan itki, insanların bireysel benliklerinden duyduğu derin memnuniyetsizliktir. Ona göre kişi, kendi hayatının sorumluluğunu taşımaktan yorulduğunda, onu dışarıya devretmek ister. Bu nedenle de karizmatik liderlerin, yüce ideallerin ya da kutsal davaların etrafında kümelenmek, bir tür varoluşsal kaçış sunar:

“Bir insan kendinden hoşnut değilse, o zaman kendisi olmaktan vazgeçmeye hazırdır.”

Bu tespit, Türkiye’nin son yıllardaki siyasal atmosferinde oldukça tanıdık bir tabloyu açığa çıkarıyor. Lider merkezli siyaset anlayışı, partizanlıkla kutsanmış sadakat ilişkileri ve her türlü eleştiriyi “ihanet” olarak damgalayan toplumsal refleksler, bireylerin kendi benliklerini devretme arzusunun tezahürleri olarak pekala okuna bilinir.

Birçok insan için artık mesele düşünmek, tartışmak ya da sorgulamak değildir; mesele “taraf olmak”tır. Çünkü taraf olmak, düşünmenin yükünü ortadan kaldırır. Hoffer’ın da dediği gibi, “kesin inançlı” insan için inanç, zihinsel çabanın sonudur. Bu tip inançlar, esneklik ve dönüşüm taşımaz; çünkü bu inançların asıl işlevleri, kişiyi kişisel kararsızlıklarından azat etmektir.

Türkiye’de özellikle sosyal medya ortamında oluşan “dijital kalabalıklar”, Hoffer’ın kitle ruhu tarifine birebir oturur. Bugün bir liderin ya da hareketin etrafında oluşan çevrim içi sadakat halkaları, sadece politik değil, psikolojik bir ihtiyaçtan beslenmektedir: Ait olmak, dağılmamak, yalnız kalmamak.. Hoffer bu durumun tehlikesini açıkça dile getirir:

“Kendine ait olmayan bir hayat yaşamak, özgürlükten değil, korkudan doğar.”

Türkiye’de birçok birey, tam da bu korkuyla hareket etmektedir. Kendi hayatının sorumluluğunu taşımaktan, eleştirel bir öznellik geliştirmekten korktuğu için, bir grubun içinde erimek ister. Bu durum yalnızca iktidar çevrelerinde değil, muhalif yapılarda da sıkça gözlemlenir. Çünkü Hoffer’a göre mesele ideolojiden çok, psikolojik doyumla ilgilidir. İnsan neye inandığından çok, neden inanmaya ihtiyaç duyduğuyla şekillenir.

Bu bağlamda kesin inançlılık, politik bir pozisyon değil; psikolojik bir eğilimdir. Türkiye’de bu eğilim, sağda ya da solda, dindar ya da seküler her toplulukta gözlemlenebilir. Çünkü mesele bir fikre sahip olmak değil, bir fikir tarafından sahiplenilmektir. Hoffer’ın ifadesiyle:

“Kesin inançlı kişi, özgürlüğünü bir yük gibi görür. Onun........

© Serbestiyet