menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Suriye’den çıkarılacak dersler: Veya Mekke’ye girer gibi Dımaşk’a girmek, Bilad-ı Şam’ı Yesrip’ten Medine’ye çevirmek

33 0
18.01.2025

Suriye konusunda yazdıklarıma tahminlerim üzerinde olumlu ve olumsuz tepkiler geldi.

Bu son yazıda eleştirilere cevap vereceğim. İlkin, Suriye’deki küresel ve bölgesel değişimde ABD-İsrail ve Türkiye’nin birlikte hareket ettiklerini yazmıştım. Bunun için konuyla ilgili Trump’ın yaptığı açıklamalar şöyle: “Karar vericiler Amerika ve İsrail, Türkiye operasyonun baş aktörlerinden biri… Eğer iki kişiden bahsediyorsanız, taraflardan biri esasen yok oldu. Diğer tarafın kim olduğunu kimse bilmiyor, ama ben biliyorum! Türkiye. “Bunun arkasında Türkiye var..İçeri giren bu insanlar (HTŞ, SMO) Türkiye tarafından kontrol ediliyor. Ve bu sorun değil, bu da savaşmanın başka bir yolu. Bence Suriye’nin anahtarı Türkiye’nin elinde olacak. • “Türkiye çok akıllı. [Erdoğan] çok zeki bir adam ve çok sert. Türkiye çok fazla can kaybına yol açmadan dostça-olmayan bir devralma gerçekleştirdi.” (Trump’ın açıklamaları için bkz. https://yetkinreport.com/2024/12/17/trumpin-turkiye-suriyeye-coktu-sozu-ve-erdogan-ovgulerinin-anlami/)

Baas yönetiminin çöküşünde rol oynayan iki ana faktörden biri Rusya ve İran’ın Esed’ten desteklerini çekmeleri –ki bunun sebeplerini önceki yazıda ele almıştım-, diğeri içten içe çürümüş Baas yönetiminin zaten artık daha fazla ayakta kalmasının mümkün olmadığının ortaya çıkmış olmasıdır.

13 senedir Baas yönetimine karşı mücadele veren muhalif gruplar günün sonunda HTŞ’nin şemsiyesi altında kanlı, gaddar ve zalimane bir yönetime son verdiler. Bir diktatörün gitmesi ve İslami kimliği olan gruplar koalisyonunun zafer kazanması tabii ki beni sevindirir. Neredeyse her yazıda tekrar ettiğim bir cümlemi bir daha hatırlatayım: Darısı diğer diktatörlerin başına!

Aksini düşünecek olsam, 60 senedir verdiğim mücadeleme ihanet eder, kendime olan saygımı kaybederim. Hayatım boyunca hiçbir diktatöre, Hafız veya Beşşar Esed’e zerre miktar yakınlık duymadım; Saddam Hüseyin, Hüsnü Mübarek, Bin Ali, Ömer el Beşir veya bölgedeki kral ve emirlere sempatim olmadı; bunun tek istisnası siyasi konumundan çok şahsiyeti ve bölgeye bakışı farklı olan rahmetli Suud Kralı Faysal’dır. Kaleme aldığım yüzlerce yazım ve iki ciltlik “Ortadoğu’dan İttihad-ı İslam’a” kitabım (İnkılâp y. İstanbul-2014.) bunun belgesidir.

Evet, iyi kral olunabilir ama kral olmamak lazım.

Suriye Baasçılarına tahammül etmişsem, maksatları farklı olsa da Direniş Ekseni’nde yer almalarıydı. Bilad-ı Şam’ı içine alan Büyük Suriye hayali güdüyorlardı. Suriye Arap milliyetçilerinin İsrail’e karşı oluşlarının sebebi ise, Büyük Suriye toprakları üzerinde bu aygıtın kurulmuş olmasındandır, yoksa maksatları Müslümanların birliği ve Filistinlilerin çektiği acıların sona ermesi değildir. Nusayri/Alevi olmaları bende herhangi bir antipatiye, hele nefrete asla yol açmaz, bunu cahiliye asabiyeti sayarım, benim antipatime yol açan Baasçıların Arap milliyetçilikleri, otoriter yönetimleri ve zalimane sosyalistlikleridir. Bunlar ister Irak ister Suriye Baasçıları olsun, “mühim”di lakin “ehem” olan batı emperyalistlerinin topraklarımızı işgal etmeleri, bölgenin kaynaklarını yağmalamaları ve elbette Filistinlilerin çektiği acıdır.

Mevcut şartlarda İsrail’e karşı fiili mücadeleyi Direniş Ekseni yürütüyor, eskiden Red Cephesi vardı.

Ancak başta İran olmak üzere bölgenin batılı açgözler tarafından yağmalanmasına ve vahşi katliamlara imza atan İsrail’e karşı mücadele edilecekse, ideal politiğe göre yorumlanmamış reel politik bize gösteriyor ki, otoriter-baskıcı yönetimlerle ve diktatörlerle işbirliği yapılarak verdiğiniz mücadelenizi boşa çıkarır. Rusya ve Esed’e güvenerek bunca ağır bedeller ödeyen İran’ın ve hepimizin bu olaydan çıkarması gereken ilk ders bu olmalı.

Aynı dersi Amerika, batı ve İsrail’e sırtını veren Arap ülkeleri, Türkiye ve Kürt yöneticiler ve örgütler de çıkarmalıdır. Mücadele sahasına çıkışlarının sebebi ve meşru gerekçesi İslami bir ruh ve amaçla mevcut yönetimleri ve işbirlikçilerini ortadan kaldırmak olan HTŞ ve diğer İslami grupların İran, Araplar, PYD/YPG ve Türkiye’nin içine düştükleri reel politik tuzağa düşmeyeceklerini umuyorum.

Bu girişten sonra konuyla ilgili tezlerime ve eleştirilere gelince:

Bundan önce “Ortadoğu’nun kalbinde tufan” genel başlığı altında “ne oldu, nasıl oldu ve böyle mi olmalıydı?”ara başlıkları altında üç yazı yazdım. Eleştirilerime mesnet teşkil eden iki iddiam var:

1. Bizi ilgilendirdiği kadarıyla ilk günden Türkiye’nin Suriye politikası yanlıştı. Bundan önceki yazıda bunu etraflıca anlattım. Beni belden aşağı vurarak eleştirenler, öne sürdüğüm gerekçelerin hiçbirine somut cevap vermediler, konunun özüne bile değinmediler.

Sonuç ortada: 13 senede 700 bin........

© Serbestiyet