menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Bir Laz, bir Alevi ve iki Kürd bir bara girmişler

19 1
05.03.2025

Hikâye bu kadar, devamı yok.

Türkiye’nin son 40 yılında büyük oranda bürokratik, kısmen otokrat geleneksel Cumhuriyet projesinin siyasal evriminde, bu evrimin gelişimsel mantığına uymayan ve siyasal hamleleleriyle bu evrimin dışına çıkmakta tereddüt etmeyen dört siyasal figürün, kendilerini belirleyen dışsal şartlara karşı zaman zaman yalpalamalarına ve esas olarak başladıkları yerle bitirdikleri yer arasında muazzam bir uçurum oluşmasına rağmen yaptıklarını yeniden değerlendirmek ve önümüzde beliren siyasal imkânın (“fırsatın” değil) hem geçmişine hem mahiyetine bakmak gerekiyor.

Özal, Türkiye’deki korporatist devlet kapitalizmine karşı ilk adımı attı. Kapitalizm kısmının, kapitalizmden çok bir tür bürokratik komünizme yakın olduğunun bilincine vardığından, konjönktürün ve Türkiye’nin yapısal şartlarının ve biraz kendisine özgü bir liberalizmin verdiği izin kadarıyla pazarı regüle etmeye çalıştı. Burjuvazinin önünü açmaya ve daha küçük ölçekli müteşebbislerin girişimlerini desteklemeye gayret etti. Siyasal olarak daha liberal bir tutum sergiledi. Dört eğilimi ihtiva etme pragmatizmi bunu belgeler. Buna rağmen, 24 Ocak kararlarıyla başlayan sürecin Türkiye’deki kapitalizmin gelişimine katkısının düzeyi, Özal’ın siyasal varlığını da belirledi ve insanların cebine kredi kartı koymanın, zihinlerine yurttaşlık bilinci koymaktan farklı bir şey olduğunu kavradığında hem politik gücü kalmamıştı hem de ağırlaşan ekonomik şartlar, 12 Eylül’ün iptal ettiği siyasal kadroların taarruzlarına karşı koyabileceği zemini ayaklarının altından çekmişti.

2000’lere gelince iyice bunalan Türkiye’nin yeni siyasal aktörü Erdoğan, IMF ve Dünya Bankası’nın rotasını çizdiği güvenli bir iktisadi programı uygulayarak gösterdiği adaptasyonu, Özal’ı güle oynaya yenmiş yaşlı sağcıların hem politik hem de sosyal olarak yorduğu bir Türkiye’de normalize ettiğinde, başlangıçta ummadığı bir toplumsal destekle karşılaşmıştı. Devşirdiği kadronun kısmî yeniliği ve Erbakan’ın temsil ettiği geleneksel ve taşralı dinselliği daha şehirli ve modernize kişiliklere bırakmasıyla (daha Belediyle Başkanlığı’nda bir Fazlur Rahman sempozyumu düzenlenmesine onay vermişti mesela) seküler kaygıları bir miktar azaltmış, fakat esas olarak yurttaşla devletin karşı karşıya geldiği sosyal hizmet alanlarında bürokrasiyi daha popülist bir çizgi takip etmeye ikna etmişti. Avrupa Birliği’yle ilgili attığı adımlar ve Kıbrıs politikasında gösterdiği esneklik, Dünya konjönktürü’nün izin de vermesiyle oldukça güvenli sayılabilecek bir alanda iktidarını sürdürmesine katkıda bulunacaktı. Bu sebeble Türkiye’de genel olarak........

© Serbestiyet