“Mahallemiz” mahal değil
Ali Bulaç’la konuşmamız gereken çok şey var; kullandığım ifadede mizah yeteneğimi abartmış, Ali Bulaç’ın istemeden kalbini kırmış olsam bile, bu husus konuşacaklarımızın arasında ancak son sıralarda yer alabilir.[1] Ve ayrıca sebeb olduğum yanlış anlama için kocaman bir özür dilerim. Buna rağmen, hemen belirtmeliyim ki “bugüne kadar mahalle veya genel olarak sosyolojiyle ilgili yazdıklarım konularında dikkate değer bir eleştiri veya katkı gelmedi”[2] belirlemesine katılamıyacağım. Yakın zamanlarda neşrolunan Sadakat Güzergâhı[3] başlıklı kitabda Bulaç’a, hem benim şahsî hikayeme hem de İslâmcı düşüncenin Türkiye’deki evrimine katkılarını anlamaya yönelik bir bölüm ayrılmıştır. Yine vaktinde Medine Vesikası’yla ilgili tartışmalarda Birikim dergisi başta olmak üzere bir sürü mecrada Bulaç’ın görüşleri ciddiyetle ele alınmıştır. Siyasal angajmanını değiştirdiği döneme kadar da düşünceleri az ya da çok kamusal bir karşılık bulmuştur.
Bulaç’ı ve kendimi yormamak için son yazısındaki bir iki iddiaya değineceğim. Gönül isterdi ki bu konuşmayı yıllar önce ve bu iş için elverişli zeminler henüz ortadan kalkmamışken yapmış olalım. Şuradan başlıyalım. Bulaç diyor ki, “benim düşünce hayatımın ana teması son iki 300 seneyi şekillendiren Aydınlanma’nın a. Tarihsel olduğunu, b. Sorunları çözmekten ziyade sorunun sebebi ve parçası olduğunu c. Bizim yeni bir paradigma için yeterli bilgi ve düşünce kaynaklarına sahip olduğumuzu anlatmaya çalışmakla geçti.” Bu öyle talihsiz bir tez ki her tarafından düzeltilmeye muhtaç. Deneyelim. Bir kere son üçyüzyılı şekillendiren Aydınlanma değil, kapitalizmdir (daha ılımlı bir deyimle, “kapitalist modernizasyon”). Aydınlanma, kapitalizmin burjuvazi tarafından araçsallaştırılan düşünsel uğraklarından birisidir, bu yüzden mesela salonlar ve Mason locaları, Aydınlanmanın önemli mekânları olmuşlardır. Aydınlanma, evet tarihseldir (muhtelif Aydınlanma tarihleri vardır), ama her tarihsel gibi kendi tikel tarihine indirgenemeyecek ve o tarihle tüketilemiyecek sonuçları vardır. Din eleştirisi, ilerleme fikri ve aydınlanmış despotizm gibi oluşumların İskoç, Fransız ve Alman Aydınlanmalarında farklı veçheleri bulunmaktadır. “Sorunların çözümü olmaktan çok nedeni olduğu” fikrine gelince. Burada hangi sorunlardan bahsediliyor tahmin edemem ama bir taraftan J. J. Rousseau, diğer taraftan Alman idealizmiyle gelişen ve Aydınlanmanın Diyalektiği’nde oldukça yüksek bir seviyeye taşınan bir eleştirinin mevcudiyetinden haberdar sayılırız. Bu eleştirinin ne işe yaradığı ayrı bir konu; fakat bir şeyin bilincine ve bilgisine varmanın fiyatı olamaz.
“Yeni bir paradigma için yeterli bilgi ve düşünce kaynaklarına sahip olmak” hep dile getirilen bir iddia ama bu iddiaya bir muhteva kazandırıldığına çok az tanık oluyoruz. Geleneksel dinsel disiplinlerin ve felsefenin taşıdığı “muazzam birikimin” yeni formlara aktarılmasında problemler var ve bu problemler, hep bir ayrıcalık ve öncelik hissiyle ve tarihsel sürece karşı bağışıklık argümanıyla ele alındığında sonuç genellikle faydasız bir tekrarlar........
© Serbestiyet
