İtaatsizliğe çağrı
Her tarafımız itaatkâr insanlarla dolu. Bunu kendiliğinden, hiçbir çabaya gerek kalmaksızın ulaşılan bir erdem zanneden, bir türlü büyüyemeyen insanların en bariz görüntüsü otoriteye itaat ederek büyümeye çalışmak. Zayıflığını her türlü gücün bir biçimde parçası haline gelerek giderme arzusunu idealizm olarak görüp, buna karşı çıkan herkese ve her düşünceye düşman olan bir itaat biçiminin kültür haline geldiği bir dönemden geçiyoruz. Toplumun dışardan dayatmalarının içsel olana ve bireysel gelişmeye bütünüyle ket vurduğu bir kofluğun içinde kalmaktan duyulan dayanılmaz iç sıkıntısıyla baş etmeye çalışıyoruz.
Kötü olan şu ki, bir şey kültür haline geldiği takdirde onu ortadan kaldırmak çok zorlaşır. Doğada bulunmasa dahi insan onu sentetik olarak üretebilecek kabiliyete ulaşmıştır ve yok olması ancak hakiki olanın sentetik olan kadar kolay ve ucuz üretilebilir olmasına bağlıdır. Buradan hayli uzağız elbette ve sentetik bir itaat kültürünün altında hakiki bir zamanın gelmesini bekleyen istasyon insanları gibiyiz. Vasatlığa yenilmiş olmayı hazmedemiyoruz ama elimizden bir şey gelmediğini düşünerek kendi noksanlıklarımızın içini gelecek hayalleriyle dolduruyoruz.
İtaatsizliği saygısızlık olarak gören, geldiği makamı fazla itaatkâr oluşuna borçlu olduğunu çok iyi bilen ve tam da bu yüzden, itaatsizliği yalnızca kendisine değil büyüklerine -ve de büyük davasına!- büyük bir saygısızlık olarak gören insanların belirleyici olduğu bir dönem aynı zamanda. Herkesin önünde eğilmesine alışmış, nezaket ziyareti gerçekleştirmekten işine yapmaya takati kalmamış bir yönetici tipinin her yerde olduğunu görüyoruz. Bireysel olarak son derece kof fakat grubun parçası olarak azametli başların, arkasına devlet gücünü alan boş kibrine maruz kalmaktan bunalan zihinlerimizi komikliklerle avutuyoruz.
Hermann Hesse’in, Kendini keşfet: Bireyleşmenin Albenisi Üzerine, (Profil Kitap, Çev: Barış Tut) kitabı bütün bunlar için rahatlatıcı bir kaynak olabilir. Kitap, 1930’lar Almanya’sını çok benzer bir biçimde anlatıyor. Otoriteye itaatin gençler arasında bile en büyük erdem sayıldığı, okulların ve askerlik kurumunun buna dayalı gücünün bütün bir toplumu militerleştirerek düşünselliğini yitiren bir kitleye dönüştürmesini konu ediyor. Bireysel olmayan erdemin erdem olamayacağını söylüyor ve de.
İtiraz etmeden, isyan etmeden, kendine, kendi ailesine, kendi toplumuna karşı gelmeden gelişen büyük bir kişiliğin bugüne kadar olmadığını ortaya koyuyor. Bu insanı dik başlı ve itaatsiz yapıyor belki ama asıl itaatin de burada saklı olduğunu, gerçek isyankârların en büyük itaatkârlar olduğunu görmek gerekiyor. “Pek sevdiğim biricik erdem vardır. Adı dik başlılık. Kitaplarda okuyup öğretmenlerin söz ettiğini........© Serbestiyet
visit website