menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Post-revizyonist tarihçiliğin Marksizm’le savaşı

10 1
07.06.2025

Bir önceki bölümde değindiğimiz görüşlerin arka planı, Y. Doğan Çetinkaya’nın Büyük Yalan: Burjuva Devrimi ve Liberal Tarih Teorisi başlıklı videosunda [1] açıklık kazanıyor. Böylelikle neden liberal, ulusalcı ayrımı yapmadan Türkiye solunu toptan suçladığını anlamış oluyoruz. Ona göre, Türkiye solundaki fraksiyonların birçok yanlışının sebebi aynı Marksist-Leninist geleneğe dayanmalarıdır.

Bu başlık altında savunduklarının tamamını değilse de bir kısmını şöyle özetleyebiliriz:

1-Marksist “Burjuva Devrimi Teorisi” (bundan sonra “BDT”), 1830 devrimleri sırasında ilk defa F. Guizot gibi liberal tarihçi ve siyasetçiler tarafından ortaya atılmış bir mittir. Bu, Marx (ve Engels) tarafından liberallerden devralınmış, II. Enternasyonal ve arkasından III. Enternasyonal liderleri Lenin ve Stalin tarafından resmi tez haline getirilmiştir.

2-Tarih boyunca burjuva devrimi diye bir şey olmamıştır. Ne İngiltere’de ne de Fransa’da devrime katılan bir burjuva vardır. “BDT” tarihsel materyalizme ters, ona yabancı, olgusal olarak kanıtlanamaz, reddedilmesi gereken liberal, idealist, karşıdevrimci bir efsanedir.

3-Burjuva denilen İngiliz ve Fransız devrimleri kapitalizmin önünü açan değil, kapitalizmin ortaya çıkmasından sonra ortaya çıkan, onun sonucu olan devrimlerdir. Bunlar kapitalizme tepki olarak çıkan antikapitalist devrimlerdir; kapitalizmin önünü açmak için değil, bilakis onu engellemek için yapılmışlardır.

4-“BDT”, ezilen sınıfların mücadelesine ihanettir. Türkiye’deki döneklerin çoğunun liberal olması tesadüf değildir. Zira teorideki liberal teze geri dönmüşlerdir, çelişkili olan onlar değil Marksist teoridir. Marksist burjuva devrimi efsanesinin muhafazakâr, milliyetçi kesimler, hatta 12 Eylül rejimi tarafından savunulan Türk-İslam sentezi tarafından kabul görmesinin temelinde bu vardır.

Burada özetlediklerimiz kadar dikkati çeken bir şey de Çetinkaya’nın içlerinde Marx, Engels, Lenin, Stalin dahil gelmiş geçmiş bütün komünistler tarafından savunulmuş burjuva devrimi kavramını kullananları ve sahiplenenleri ihanetle ve liberal tarih anlayışına hizmetle suçlamakla yetinmeyip, küfürbaz mahalle kabadayılarına özgü “ilahiyat”, “iman”, “itikat” “abuk subuk”, “saçma sapan”, “cehalet”, “palyaço”, “zavallı” gibi sözler sarf etmesidir. Burjuvazinin önüne attığı artıklarla nasıl beslendiğini bilemem ama, büyük bir kıskançlıkla “Engels işçi sömürüsüyle yaşayan bir kapitalist” diyecek kadar küstah ve haddini bilmez biri olduğu anlaşılıyor.

Doçent Dühring’le benzetmek gibi olmasın ama kendisi de doçent Y. Doğan Çetinkaya, Marksizm’in kurucularına sataşarak ün kazanmak istediği izlenimi veriyor.

Çetinkaya, Marx ve Engels’in “Burjuva Devrim Teorisi”ni, Guizot adıyla sembolleştirdiği burjuva tarihçilerinden aldığını, Türkiye’deki bütün liberal sol/milliyetçi/“Stalinist” sapmaların da buradan kaynaklandığını ileri sürüyor.

Bu Marksizm’in aleyhine kullanılabilecek bir argüman değildir ve olamaz. Zira Marx, en önemli iki keşfinden biri olan materyalist tarih anlayışını; Morgan, Therry, Mignet, Guizot gibi tarihçilerden, Hegel ve Feuerbach gibi filozoflardan, Adam Smith ve David Ricardo gibi iktisatçılardan yararlanarak, ama onları kapsamlı ve köklü bir eleştiriden geçirerek oluşturdu, bunu da saklamadı. Bunları bir peygamber olmadığı için yukarıdan vahiy yoluyla indirilen ayet ve surelerle değil, kendinden önceki sosyal ve doğal bilimlerin buluşlarından yararlanarak ortaya koydu. Başka türlü olması da bilimin doğasına aykırı olurdu. Hem bu kavramları rastgele değil kendi sistemine uygun olanlardan seçti ve her birini idealist ve metafizik yönlerinden arındırıp, kendi sistemiyle çelişmeyecek bir onarım ve yeni bir anlamlandırma sürecinden geçirdikten sonra, yani ayakları üzerine dikip kullanıma soktu.

Buna karşılık Çetinkaya, Marx’ın materyalist tarih anlayışını kurarken, Guizot, Thierry, Mignet gibi restorasyon dönemi tarihçilerinden yararlanmasını burjuva teorilerin kuyruğuna takılmak gibi basit ve yüzeysel bir düşünceden hareket ediyor ve kendisi sınıf mücadelelerine kitlelerin katılımını ne kadar vurgularsa kendisinin o kadar devrimci görüneceğini sanıyor. Oysa sınıf mücadeleleri Guizot’dan da önce keşfedilmişti. Restorasyon dönemi tarihçilerine gelince, kralların, fatihlerin tarihi anlayışını geride bırakan, Fransa tarihi araştırmalarına katkıları olan yeni bir aşamayı temsil ediyorlardı. Ve Fransız Devrimi’ni incelerken tarihi yaratanın devlet adamları değil kitleler olduğuna, devrimdeki politik gruplaşmaların ardında aristokratlarla burjuvaların sınıf çıkarlarının yattığına işaret ediyorlardı. Marx; Thierry, Mignet ve Guziot’un sınıf mücadeleleri hakkındaki eksik, defolu bulgularından yararlandı ama hiç değiştirmeden, düzeltmeden de değil.

Guizot, Tiers Etat’ın bütün kavgalarında vardı ve bunu avamın asalete karşı mücadelesi, yani sınıf mücadelesi olarak görüyordu. Bütün Fransa tarihi sınıf mücadeleleri, sınıflar arasındaki savaşın tarihiydi ve bunun “devrimden yüzyıllarca önce” bilinip söylendiğini vurguluyordu. Marx onun işçi sınıfı hareketinin amansız düşmanı olduğunu, restorasyon döneminde sınıf mücadelesini yüceltirken, 1848’den sonra tam da burjuva siyasetçisi........

© sendika.org