Öğretmen okulları ve boykot
İnsanın yaşamda kalmak ve varlığını çocuklar üzerinden çoğaltmak, geleceğe aktarmak için doğadan, yaşadıklarından öğrendiklerini başkalarına öğretmek ihtiyacı ortaya çıkmıştır. Başlangıçta ebeveynler, klan öncüleri doğal ortamda ve topluluk içinde doğal öğretmenlik yaparken, sınıflı toplumların ortaya çıkmasıyla karmaşıklaşan eğitim-öğretim ihtiyacını karşılayan bir meslek olarak öğretmenlik gündeme gelmiştir. İlk komünal toplumda avcılık-toplayıcılık araç-gereçlerini yapma, avlanma-toplama-saklama-yemek yöntemlerini öğretmekle biçimlenen doğal öğretmenlik, ilk sınıflı toplum olan köleci toplumla birlikle ortaya çıkan devletin ihtiyaç duyduğu yöneticilerin eğitimi başta olmak üzere askerlik-savaş, demircilik-silahçılık, yapıcılık, mutfakçılık, zanaat ve sanat gibi mesleklerin öğretmenleri öne çıkmıştır. Zamanla yazının bulunmasıyla birlikte yazma-okuma öğretimi gündeme geldi, böylece okullaşma dönemi de başladı. Sümerlerden başlayarak öğretmenlerin yetiştirilmesiyle ilgili bir eğitim politikasının da uygulamaya konulduğunu biliyoruz. O dönemde öğretmen anlamına gelen “ummia” sözcüğü ve bununla bağlantılı Umma kentinin varlığı dikkat çekmektedir.
Sümer uygarlığından günümüze kadar “öğretmen yetiştirme politikası”, devletlerin-toplumların-sınıfların ihtiyaçlarına, zamanla gelişen teknolojinin sağladığı olanaklara göre biçimlenmiştir. Dünyada bu politikaların köleci-feodal toplumlarda nasıl biçimlendiği, konumuzun sınırlarının darlığı nedeniyle ayrıca değerlendirilmelidir. Günümüz öğretmen yetiştirme politikalarına kaynaklık eden ilk adım, sanayi toplumunda, Avrupa’da atılmıştır. Modern öğretmen yetiştirme uygulaması, 1795’te Fransa’da kurulan École Normale’de başlatılmış ve modern eğitimin temelini oluşturan ilk yapılardan biri olarak İngiltere, Prusya ve Rusya’da yankılanmıştır. Osmanlı da Tanzimat Döneminde bu atılımın karşılık bulduğu ve 16 Mart 1848’de Darülmuallimîn-i Rüşdi açılarak modern öğretmen yetiştirme sürecinin başlatıldığı bilinmektedir. Darülmuallimât 1870’te açılmış, böylece kadın öğretmenlerin yetiştirilmesi süreci başlatılmıştır. 1879’da öğretmen yetiştiren okulların programı, ders araç-gereçleri, yöntem ve teknikleri ilk kez belirlenerek uygulamaya konmuştur. O zamandan günümüze kadar ülkemizde 36 öğretmen yetiştirme modeli denenmiştir. 2024 yılında gündeme getirilen Milli Eğitim Akademisi politikasının nasıl oluştuğu, neyi amaçladığı ortadadır ve ne kadar süreceği belirsizdir. 146 yıl içinde uygulanan bu modellerin içerikleri, uygulamada yaşanılan sorunlar ve değişme nedenleri ayrı bir çalışma başlığı olup Türkiye’de bu kadar çok modelin gündeme gelmesinin bir göstergesi olarak, sürekli ve tutarlı bir sistemin oluşturulamadığı apaçık görülmektedir. Bunun temel nedeni de, Türkiye’de 200 yıllık kapitalistleşme sürecindeki egemen sınıfların, yönetimlerin tercihlerinin sürekli değişmesidir.
Bu özet değerlendirmeden ışığında konumuzu oluşturan ve CHP’li Mustafa Üstündağ’ın Milli Eğitim Bakanı olduğu dönemde yapılan “9. Eğitim Şurası”nda alınan “Öğretmen Okullarının Öğretmen Liselerine Dönüştürülmesi” kararının 1975-1976 eğitim-öğretim yılında uygulamaya konması üzerine İlköğretmen Okullarında başlatılan “boykot eylemi”nin Düziçi İlköğretmen Okulu’nda nasıl gerçekleştirildiğine dair bilgilerimizi değerlendirmekte yarar görüyoruz. Önce, söz konusu kararın tarihsel ve yasal sürecini değerlendiren eğitimci-yazar Ümit Cenik’in makalesinden bir alıntı yapmakta yarar var.
14 Haziran 1973 tarih ve 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Yasası, “Hangi öğretim kademesinde olursa olsun, bütün öğretmen adaylarının yükseköğrenim görmeleri esastır” hükmünü getirmiştir. Böylece 1973-1974 öğretim yılından itibaren kademeli olarak öğretmen okullarında lise programları aynen uygulanmaya başlanmıştır. Bu dönemde öğretmen liseleri adını alan okullar, hem hayata, hem yükseköğretime hazırlanma amacına dönük bir program anlayışıyla sürdürülmüştür (Özalp ve Ataünal, 1977). 1974–1975 öğretim yılında köklü bir geçmişe ve deneyime sahip olan ilköğretmen okulları, öğretmen yetiştirme ve eğitim fakültelerinin bir bölümü öğretmen yetiştirme işlevini yitirerek üç yıllık öğretmen lisesi haline getirilmiş, diğerleri ise kapatılmıştır. Bu okullar, günümüzde “Anadolu öğretmen lisesi” adıyla eğitim-öğretim faaliyetlerini sürdürmektedirler. İki Yıllık Eğitim Enstitüleri:1739 Sayılı Yasa’nın, her düzeydeki öğretmenlerin yükseköğrenim yoluyla yetiştirilmesi hükmü gereğince, 1974–75 öğretim yılından itibaren “iki yıllık eğitim enstitüleri” açılmıştır. Böylece, ilkokula öğretmen yetiştirme de dâhil olmak üzere, Türkiye’de 35 yıl önce öğretmen yetiştirme konusu yükseköğrenim düzeyinde ele alınmaya başlamıştır. 1974–82 yılları arasında işler durumda bulunan bu kurumların amacı öğretmeni yetiştirmekti. Bu okulların sayısı 1976 yılında 50’yi bulmuş, 1980 yılında sayıları 13’e düşmüş ve 1982’de tekrar 17’ye yükselmiştir (Ataünal, 1987). Öğretmen lisesi mezunu öğrencilere iki yıllık eğitim enstitüsüne girişte çeşitli avantajlar sağlanarak bu iki kurum arasında zayıf da olsa bir devamlılık kurulmaya çalışılmıştır. Hızla kurulan bu iki yıllık eğitim enstitüleri 1975–1980 yılları arasında öğretim elemanı eksikliği, politik olaylar ve baskılar gibi ağır sorunlarla yüz yüze gelmişler ve normal programın dışında hızlandırılmış eğitim yoluyla öğretmen yetiştirmek durumunda kalmışlardır. 20 Temmuz 1982 tarihinde bu enstitüler eğitim yüksekokulu adıyla üniversite çatısı altına alınmıştır.[1]
1973-1974 yıllarında görev yapan CHP-MSP iktidarından sonra kurulan MC (Milliyetçi Cephe) iktidarı döneminde MHP lideri Alparslan Türkeş’in Akşehir İlköğretmen Okulu ve diğer öğretmen okullarında gelişen hak arama eylemlerini hedef almasıyla dönemin Öğretmen Okulları Genel Müdürü Ayvaz Gökdemir üzerinden bu okullara yönelik saldırılar başladı. Önce okulların idareci kadroları değiştirildi ve öğrencilerin öğretmenlik haklarının ellerinden alınmasına karşı başlattığı eylemlere saldırılar gündeme geldi. MC iktidarının niçin kurulduğu, bu saldırıyla eğitim alanında anlaşıldı. 1973 petrol kriziyle Türkiye ekonomisi de sarsıldığı için DİSK başta olmak üzere işçi sınıfının sendikal-siyasal yapıları, demokratik kitle örgütleri üzerinde DGM’lerin (Devlet Güvenlik Mahkemeleri) kurulması için yoğun bir baskı uygulanmaya başlandı. O dönemde DGM’lere karşı yapılan eylemler önce çıktığından eğitim alanındaki bu saldırının amacı kamuoyu tarafından yeterince anlaşılamadı ve bu yanlıştan dönülmesi için ciddi, sonuç alıcı eylemler düzenlenmedi. DGM için düzenlenen eylemler sonucunda iktidar/devlet geri adım atmak zorunda kaldı. Buna öncülük eden DİSK’in mesajındaki şu bölüm çok önemliydi:
DGM ekonomik, siyasal ve ideolojik derin bir buhran içine giren sermaye sınıfının kendi sınıfsal iktidarlarını........





















Toi Staff
Penny S. Tee
Gideon Levy
Sabine Sterk
Mark Travers Ph.d
Gilles Touboul
John Nosta
Daniel Orenstein