Öcalan açıklaması neyi anlatıyor?
22 Ekim’de Devlet Bahçeli’nin çağrısıyla gündeme gelen Kürt sorunundaki yeni süreç, Abdullah Öcalan’ın beklenen açıklamasıyla önemli bir boyuta sıçradı.
Bahçeli’nin bu çağrısı, rejimin ülke içinde ve Ortadoğu’da çok boyutlu sıkışmalarının ürünü olarak gündeme geldi. Çağrının yapıldığı zaman diliminde yerel seçimlerden irtifa kaybederek çıkan AKP-MHP iktidarının siyasal kitle temeli, ekonomik kriz ve halkın yükselen tepkileriyle sarsılarak dağılıyordu. İktidarın elinde toplumun rızasını üretecek mali, ekonomik araçlar tükenmiş durumdaydı ve bu sürecin belirsiz bir zamana kadar devam edeceği iktidar tarafından artık kabul edilmişti.
Bahçeli’nin çağrısı, çok açıktır ki Suriye’deki gelişmeleri öngören bir devlet aklına dayanıyor, bir devlet tercihi açıklanıyordu. Nitekim Bahçeli’nin çağrısından bir buçuk ay sonra Suriye devleti çöktü. Şam, Erdoğan’ı bile şaşırtan bir hızla ve çok da kendi kontrolünde olmayan bir güç tarafından (HTŞ) ele geçirildi. Suriye’de Baas rejimi yenildi, Devlet Başkanı Beşşar Esad yurtdışına kaçtı. Rejim yıkıldı ama bir iktidar boşluğu doğurdu. Doğan bu boşluktan, oluşacak yeni Suriye’de Kürtlerin bir statü elde etme olanağı ortaya çıktı. İktidar açısından, Türkiye’ye karşı silahlı mücadele sürdüren bir örgütün (PKK) kardeş örgütünün (PYD/YPG) elde edeceği bir statü kâbustu ve kabul edilemezdi. Bu statü elde etme olasılığı engellenmeliydi ya da statü alsa da zararsız, hatta Türkiye ile uyumlu hale getirilmeliydi.
Yerel seçimlerde ağır hasarlı çıkmış, ekonomik krizi yönetemeyen, halkta siyaseten rıza üretme kapasitesi düşmüş bir AKP-MHP iktidarı, kucağında bir de statü elde etmesi muhtemel Suriye Kürdistanı’nı bulmuştu.
Öte yandan Suriye’de yeni bir ekonomik pazar önlerine açılmıştı. AKP iktidarı “kardeşim Esad” döneminde, Suriye’nin eskimiş altyapısının yeniden inşasında alacağı rolü ve kazanacağı parayı, Suriye’yi parçalamak amaçlı emperyalist savaş planlarına dahil olarak kaybetmişti. Üstelik Suriye savaşının Türkiye’ye maliyeti korkunç boyutlardaydı ve silahı, cephanesi dahil 70 bin kişilik SMO’nun maaşları halen Türkiye’den gidiyordu. Türkiye’nin savaş sürecinde asker ve askeri teçhizat kayıpları da cabası. AKP, şimdi yıktığı Suriye’yi yeniden inşa planına dahil olarak, 2011 yılında kaybettiği rolü ve kaybettiği parayı fazlasıyla çıkarma derdinde. Ama oldukça fazla rakibi var ve elini çabuk tutmak zorunda.
AKP, iktidarının devamı için bütün bu negatif gelişmeleri, iç siyaseti de yeniden inşa eden bir fırsata çevirebilir miydi? İktidar kâbusunu fırsata çevirmeye girişti.
AKP, birkaç hedefe kitlendi: İçte muhalefet adına ne varsa bastırılması, silahlı Kürt güçlerinin tasfiyesi, Rojava’da ise mümkünse sıfır statü ya da bu engellenemiyorsa, Irak Kürdistanı gibi Türkiye ile uyumlu bir bölgesel yönetimin olması.
7 Haziran 2015 seçimlerinden bu yana sürmekte olan isyan bastırma rejiminin darbeler süreci, yeni ve ağır bir safhaya sıçratıldı. Bu doğrultuda, ekonomik kriz ve yoksullaştırma politikalarına karşı yükselen halk tepkilerini örgütlemeye aday her kim varsa saldırıya geçildi. Süreçte pozisyon alabilecek CHP dahil, sol ile Kürtlerin arasının sopa zoruyla açılması hedeflendi. Sosyalistlere, CHP’ye ve CHP’li belediyelere kayyum atamak dahil ağır saldırılar başladı. Bu saldırılar kent uzlaşısı çerçevesindeki belediyelere ve yöneticilere de yöneldi. Kürtlerle pazarlıkta el yükseltmek için ve olası maraz çıkaracak unsurları bertaraf etmek amacıyla DEM Partili belediyelere kayyumlar atandı, tutuklamalar yapıldı. Kürt hareketinin solla bağlantı kayışı olan HDK operasyonu bu çerçevede okunmalı. Düzen siyasetinde Kürt meselesini istismar etmeye en yakın aday olan Ümit Özdağ tutuklandı. Doğrudan Kürt meselesi ile ilgili olmasa da hem ordu içinde hem toplumda........
© sendika.org
