menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Batı cephesinde yeni bir şeyler

11 1
28.04.2025

İmamoğlu’na ve İstanbul Belediyesi’ne yönelik gerçekleştirilen 19 Mart operasyonundan sonra artık başka bir Türkiye var. İktidarın attığı adım, kendisi nâmına yalnızca baskının dozunu biraz daha arttırmak anlamına gelirken, bu hamleye muhalefetin verdiği reaksiyon, muhalefet ve sokaklar için yeni bir dönemin başlangıcını işaretledi. Hâliyle bu yeni durum karşısında iktidar da eskiyi yeniden üretememenin kriziyle başka pozisyonlar ve önlemler almak, başka bir siyaseti sahaya sürmek durumunda kalmıştır.

31 Mart 2024 yerel seçimleri öncesinden başlangıç nüvelerini gözlemlediğimiz yeni dönem, 19 Mart sonrası ortaya çıkan sokak hareketleri ve klasik güzergâhının çok ötesine sıçrayan CHP muhalefetiyle herkese aşikâr oldu. 15 Mart 2024’te Teori ve Politika’da yazdığımız “Yeni Bir Siyasal Dönemin Eşiğinde miyiz?” yazımızın sonlarına doğru şöyle diyorduk:

Bu yerel seçimin belirleyiciliği AKP’deki erimeyi sivriltmesiyle açığa çıkacak gibi duruyor. Lider ile teşkilat arasındaki bu açı, lider de bir ölümlü olduğuna göre hem parti içinde, hem sağ partiler arasında, hem de iktidarla muhalefet arasında gerilim ve rekabeti tırmandıracak. Erdoğan sağlığı el verirse tabiî bir kez daha aday olacaktır. Muhalefet buna hiçbir şey yapamaz, defalarca görüldü daha önce. Ancak hem AKP pastasını bölüşmek için yarışan sağ partilerle açığa çıkacak gerginlikler hem de Cumhurbaşkanlığını kafaya koymuş bir İmamoğlu’nun olması −görünürde dört yıllık seçimsiz bir dönem olmasına karşın− siyaset sahnesinde yeni kapılar ve kavgalar açmaya mâhir görünüyor. Bunlar içinde ciddi bir gündem olan anayasa referandumu ihtimali de var. ‘Kutuplaşma’ adı verilen bir tarafın galiz, diğer tarafın yumuşak ve asimilasyona açık bir çizgi sürdürdüğü yumuşak kimlik çatışması daha sert bir alan ve erk kavgasına dönüşme istidadındadır. Ve daha çok tarafı olacak bir kavga bu. [1]

Günlerin bugün getirdiği; yüzeyde iki taraflı gibi görünen fakat altında çok taraflı bir kavganın devindiği bir Türkiye tablosudur.

Kılıçdaroğlu’na yönelik eleştiriler bir sabiteyse de ve bu sabite tutarlıysa da teslim etmek gerekiyor ki Kılıçdaroğlu, Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde politik söylem/eylem statiğinde seçimin hemen hemen arifesine dek önceki çizgisinden farklı ve kendince müspet bir noktada ilerlemişti. Özellikle depremden sonraki çıkışı da oldukça güçlü ve etkileyici olmuştu. Fakat sonlara doğru gerek kendi hataları gerekse de iktidar cephesinin politik manevra kabiliyetiyle baş edememesi neticesinde yenildi. Ancak bu noktada bir ara not olarak o süreçte asıl hatanın seçim propagandası sürecinde kitlelerdeki beklentinin ilk turda Erdoğan’ı devirmek gibi ekstrem bir motivasyona şartlandırılmasıyla yapıldığını da belirtmek zorundayız. Bu olamayınca, kitledeki iktidar değişimine dair inanç ve kendine güven kolayca çözüldü. Erdoğan’a da gayet demokratik bir işleyişle yeniden başa geçmiş bir lider imajı hediye edilmiş oldu bu arada. Oysa, konsantrasyon iki turlu hakikate göre ayarlanabilseydi netice her iki taraf açısından da son derece farklı olabilirdi. Bu imkân kaçırıldı.

Yine de, tıpkı Gezi’nin enerjisinin onu takip eden yerel seçimde değil de 7 Haziran 2015’te kendini sarih bir biçimde göstermiş oluşu gibi, AKP karşıtı sinerjinin kendini -iktidar adına yıkıcı bir biçimde- meydana serişi de 2024 Mart yerel seçimlerinde gerçekleşmiş oldu. İktidarın yanıtının 7 Haziran’a verdiği yanıt gibi sert ve ölçüsüz olması bekleniyordu. İktidar/Erdoğan buna mecburdur zira. Bu iktidar, ANA-SOL-M hükümeti değil. 20 yıldan fazladır ülkeyi yöneten ve onu kendi siyasal planı hedefince değiştiren -bu arada kendi de müesses nizamla ciddi ölçüde uyumlanmak zorunda kalan-, devasa bir rant müştereki yaratmış ve despotik karakteriyle suça herkesten daha fazla bulaşmış bir iktidar bu. AKP için yegane ihtimal iktidar olmaktır. Hükümetin barışçıl yolla devri, AKP’nin sönümlenme sürecinin başlamasından başka bir mânâ ihtiva etmiyor. AKP, sıkıca tutunduğu bu muktedirlik perspektifiyle -direkt devlet olmak anlamına gelen- İsmet Paşa’nın CHP’sinden de, Özal’dan da hatta 12 Eylül’den de daha gözü kara, daha hukuksuz kalıyor.

Lâkin son İmamoğlu hamlesiyle karşılaştıkları muhalefet refleksi her şeyin o kadar da kolay olamayacağını gösterdi. İktidar bir karşı reaksiyon geleceğini elbette öngörmüştür lakin bu düzeyde bir cereyanı tahmin etmediklerini düşünüyoruz. Daha örgütlü bir toplum olan Kürtlerin kayyum politikalarına karşı -Van ayaklanması, Batman’daki protestolar hariç- hemen hemen sessiz kalışı AKP’nin özgüvenini mutlaka daha da arttırmıştır. Ancak Kürt halkındaki eylem pasifikasyonunun vahşi “hendek” savaşları gibi bir arka planı mevcuttur. Batı’da bu tip bir savaş yaşanmadıysa da 2015-16 sürecindeki boğucu atmosferden sonra eylem yapmak unutulmuştu, istisnası feministlerdir. Eylem hafızasının ve cesaretinin yitimine olan güven, “korku imparatorluğu” diye anılan mefhum ve elbette ki iktidarın iktidarda kalabilmek için hissettiği zorunlulukla İmamoğlu operasyonu gerçekleştirildi.

İmamoğlu’nun gölgesinde olduğu için yetkin bir lider olarak görülmeyen Özgür Özel’in Saraçhane eylemlerinden itibaren yıldızını parlattığı bu yeni aşama, muhalefetin, iktidarın savaş ilanını kabulüyle mümkün olabilmiştir. CHP’nin kendi sınırlarını aştığı bu zeminde, o ivmeden cesaret bulan halk, özellikle de gençler, içine kapalı yürüyen işçi direnişleri hariç yaprak kıpırdamayan bu dönemden, CHP’yi çok aşan bir eylemler devinimini yaratarak çıktı. Ülkede Kürt illeri dışında her nokta bir eylem alanına dönüştü. 0’dan 100’e ani bir sıçrayış. Yahut 1980-‘86/’87 görüntüsünden........

© sendika.org