menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Sabahattin Ali’nin meskeni Ankara

8 0
29.05.2025

Bir gün kadrim bilinirse,
İsmim ağza alınırsa,
Yerim soran bulunursa:
Benim meskenim dağlardır

Sanat ve edebiyat hayatının kalbi attığı kent deyince akla İstanbul gelir. Ankara’nın payına düşense bürokrasi ile özdeşlemektir. Aslında hayat bu algıya uymaz. Sevgi Soysal Yenişehir’i, Gülten Akın Seyranbağları’nı eserlerine taşımış, hem Birinci hem İkinci Yeni akımı Ankara’da doğmuş, Ahmed Arif’in Karanfil Sokak’tan, Altındağ’dan, İncesu’dan, Enver Gökçe’nin DTCF’den bahseden şiirleri burada yazılmış, Sivas’ta yakılan Behçet Aysan ile Metin Altıok en çok Ankara sokaklarını yasa boğmuş, Attila İlhan’a, Ece Ayhan’a, İlhan Berk’e, Vüs’at O. Bener’e ilham kaynağı olan yine bu şehir olmuştur. Geçmişte kalmış parlak bir sayfa olarak görülemeyecek bu durum Ahmet Telli, Mehmet Eroğlu, Nazlı Eray, Gürsel Korat, Cemil Kavukçu ve Barış Bıçakçı’nın eserleriyle sürekliliğini korur. Behzat Ç. polisiyesini bir kenarda tutsak bile üniversite yıllarını Ankara’da geçiren Mahir Ünsal Eriş ve Ahmet Büke gibi isimler de bu listeye dahil edilebilir.

Tolga Aydoğan bizi bu damarın başlangıç noktasına, Sabahattin Ali’nin Ankara günlerine götürüyor. Orhan Veli için de benzer bir çalışması bulunan Aydoğan’ın eserine “Sabahattin Ali’nin Ankara’daki İzleri” adını vermesi kimseyi yanıltmasın. Araştırma Gümülcine’de başlayıp Yozgat, Aydın, Konya, Sinop’tan geçip yine aynı sınır boylarında sonlanan bir ömrün izini sürüyor. Adından bir hafıza çalışması olduğu anlaşılan ve bol miktardaki eski Ankara fotoğrafları ile desteklenen kitabı okurken aynı zamanda bir şehrin hatta bir ülkenin kuruluşunu da izleyecek, Sabahattin Ali’nin Anadolu aydınlanmasında oynadığı role de tanık olacaksınız.

Sabahattin Ali henüz lise yıllarındayken çıkardığı gazete yüzünden okuldan atılma tehlikesi yaşadığında ileride yaşayacağı polis takibi ve mahpusluk yıllarının; sokak feneri altında, çatılarda kitap okuma koşullarını zorladığında yaratacağı eserlerin sinyalini vermektedir. Ondaki cevheri keşfeden Nazım Hikmet, Orhan Kemal’i yazarlığa başlatan sihirli dokunuşu kendisinden esirgemeyecektir.

Kitaptaki fotoğraflardan da anlaşılacağı üzere bozkırın ortasına dikilmiş 3-5 binadan ibaret olan yeni başkentin yurtdışından getirilen şehir plancıları, mimarlar, heykeltıraşlar ile birlikte Ahmet Hamdi Tanpınar’ın, Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun, Mahmut Şevket Esendal’ın kitaplarında tasvir edilen barınma, yol, su, elektrik yokluğu yaşayan bir şehirden baloların düzenlendiği, hastaneler, eğitim kurumları, müzeler, tiyatro ve opera binaları ile dolu bir şehre dönüşmesini izlerken sadece imar bağlamında değil, eğitim, sağlık ve kültür alanında da gerçek bir kuruluş hikayesine şahit olacağız.

Nazilerden kaçan bilim insanları ve sanatçılara kucak açan Cumhuriyet’in bu topraklarda ileriye doğru attığı büyük adımı; ünlü müzisyen Carl Ebert’in gelişi ile Mızıka-yı Hümayun’un konservatuvara dönüşümü, Mimar Ernst Egli’nin yaptığı binalarda verilen tiyatro eğitimi, ezanın Türkçeleştirildiği dönemde yazılan Türkçe operalar, İtalyan hocanın Leyla Gencer’i yetiştirmesi sırasında izleyebileceğiz. Öte yandan Carl Ebert’in tercümanlığını yaparak konservatuvar günlerine başlayan Sabahattin Ali’nin bu atılımın kilit noktalarında olduğunu görebileceğiz. Carl Ebert’in yardımcılığını yaptığı sırada Halkevi binasında sergilenen Mozart’ın operasında Ruhi Su’nun da rol alışı, Sadri........

© sendika.org