menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Maya Kültür: Edebiyatın geldiği noktada parlayan bir çoban ateşi

5 0
15.03.2025

Her çürüme ya da kokuşma süreci, kendi bünyesinde karşıtının tohumunu da barındırır. Marx’ın, “Kapitalizm, gölgesini satamadığı ağacı keser” fikri, Gezi Direnişi ve doğayı savunmanın temel argümanlarından biri haline gelmişti. Kapitalist ilişkiler ağı sarmalında saflığına gölge düşürülmeyen hiçbir şey yok. 21. yüzyılın eşiğinde iyiden iyiye “vahşi” olarak nitelendirilen kapitalizm, her şeyi hızla ticarileştirip metalaştırıyordu. Özel sermayenin özünde bu vardı ki, Marx özellikle günümüze anlam katan o sözü sarf etmişti. Hal böyle iken günü geldiğinde iktidarını sağlamlaştırmış olan burjuvazinin, kendi ideolojik propagandasında “bağımsız alan” diye yutturmaya çalıştığı sanat-edebiyat tüm unsur ve ilişkileriyle pazarda bir meta ve markaya dönüştürüldü. Bunun için toplumcu gerçekçi ya da insanın insanı sömürmesine karşı ideallerle bezenen sanat anlayışının, sanatçı kişiliğin içinin boşaltılması esas alındı. Emperyalizmin İkinci Dünya Savaşı ertesinde devreye soktuğu Soğuk Savaş propagandasının önemli bir ayağını bu çalışmalar oluşturuyordu.

Ülkemizdeki 12 Mart ve 12 Eylül faşist darbe dönemleri, sanatta ve edebiyatta emperyalist ilişkilerin ruhuna uygun bir iklimin yaratılmasına elverişli ortam sağladı. Toplumcu gerçekçi bir sanat anlayışı ile hareket edip devrimci sanat estetiği anlayışıyla ürün veren yazar, şair ve diğer dallardaki sanatçılar, küreselci emperyalist dünya düzeninin ideolojik silahlarıyla bir bakıma içten içe kuşatıldı. Günü geldi, bir dönem sosyalizm davasının içinde ya da kıyısında yer alan yazarlar, eleştirmenler, kitaptaki kahramanları aracılığıyla sosyalist idealleri, değer yargılarını küçümseyen, küfreden romanları yazanlara ödül verenler arasında yer aldı.

Kültür alanındaki emperyalist politika renkli televizyon kanalları, kuponcu basit boyalı basın aracılığıyla kendine çektiği kitleleri koşullandırdı. Önce kurumlarca finanse edilen parasal ödül sistemi edebiyatı okuru ve de yazarıyla, gerçekçi zemininden piyasa ilişkilerine doğru çekti. Ve tahribatını ayrıca toplumcu gerçekçi yazar ve sanatçılar adına düzenlenen ödül mekanizmalarına doğrulttu. Bunun ilk akla gelen örneği toplumcu gerçekçi bir yazar olan Orhan Kemal anısına roman ödülü düzenlenmesi ve ödül ya da ödüllerin, Orhan Pamuk başta olmak üzere, Orhan Kemal’in anlayışına yakışmayanlara sunulmasıdır. Zaten sanat yapıtlarının bir ödül(!) uğruna yarıştırılması ayrı ve önemli bir tartışma konusudur.

Bu alandaki kokuşma ve çürüme öyle böyle ‘90’lı yıllarda hız kazanmış, reel sosyalizmin çöktüğü gerçeği etkisiyle de 21. yüzyılın başından itibaren toplumcu gerçekçi yazar ve yayıncıları piyasanın azılı dişleri arasında öğütüp yok etmeye, görünür olmasını engellemeye evirilmiştir. Tabii ki gücünü faşizmin politik olduğu kadar ekonomik baskılarından alan bu kuşatmaya itiraz eden, anlayışından ödün vermeden konuşan, eleştiren devrimci sanatçı ve edebiyatçılar her zaman oldu. Bugün bunu konuşuyor olmamız da kulaktan kulağa, elden ele ulaşan onurlu direnişimizin devamlılığındandır.

Elbet edebiyatta ödül, reklam, sponsor yoluyla star oluşturma anlayışına itiraz edenler, kendilerine karşı marjinalleştirme ve edebiyat çevresinden ötelenme saldırılarına da karşı da koydular. Çürüme ve kokuşma ödül jürilerinde yer alanların yayınevi ya da yazar kayırması gibi bir sonuçla noktalanması başta şaşkınlıkla karşılansa da bugün artık aymazlık derecesinde sıradanlaşmış bir ilişki halini aldı. Başta dediğimiz, her çürüme bağrında yeni olanın tohumunu taşır. Edebiyat sanat alanındaki çürüme de kendi içinde bir güç olarak karşıtını ortaya çıkarıp ve filizlenebiliyor. 1980’li yıllarda Cengiz Gündoğdu’nun önce Varlık sonra İnsancıl dergisinde, sanatta star sistemine karşı ses yükseltme şeklinde başlattığı itiraz, o günden bu yana ortaya çıkan sonuçlara bakıldığında daha net anlaşılır oldu. Edebiyat çevrelerinde kapitalist yayıncılık piyasasına eklemlenmiş ilişkiler dışında, kültür sanat alanının metalaştırılmasına karşı çıkan fikirler sosyal medya aracılığıyla daha çok tartışılır ve paylaşılır da oldu. Bazı yazar ve şairler kendi aralarında anlayış ve ilkelerine uygun gruplar, platformlar oluşturarak çalışmalarını o çerçeveden dışarı yansıtmaya da başladılar.

Piyasacı sanat ve edebiyata karşı durmanın ciddi bir başka adımı da Maya Kültür Kolektifi’nin oluşturulması oldu. Sanat ve edebiyat ilişkilerinin içinde bulunduğu durum üzerine birbirleriyle görüş alışverişinde bulunan bir grup şair ve yazar 2022’de bir bildirge kaleme aldı. “Sanatta, tarihsel aralıklarda kesintiye uğramış olan insanlaşma estetiğinin deneyiminden filizlenen kültürel alana ilişkin topluca, yeni bir inşa hareketini başlatmak gerekir. Edimsel olgularla desteklenen sınıf karşıtlığı ve karşı olanın kurguladığı gerçeklik örneğinin estetiği etrafında gerçekleşecektir bu yeni gerçekçi devrimci inşa süreci. Bu süreç geçmişin geleneksel kavramları ve eskimiş dar bir çerçeveye özgü dili üzerinden şekillenemez. Yeni dil ve söylem hayatın tüm çelişkilerinin tarihsel ve maddi kavranışındaki gerçeklik ve özden oluşmak durumundadır” [1] sözleriyle başlayan bildirgeyi aynı görüş etrafında birleşen bazı arkadaşlarının da katkısıyla şair-yazar Berivan Kaya ve Mustafa Güçlü kaleme almıştı.

Bildirgenin can alıcı yanlarından biri de yukarıda açıklamaya çalıştığımız noktalara dayanak olacak nitelikteydi.

Devrimci gerçekçi şiir, piyasa edebiyatının cilalama parlatma aracı olarak kullandığı ödül sistemini reddeder. Yarıştırma, ödül ve rekabet sınıflı toplumlara, kapitalizme özgü hastalıklı ve yabancılaştırıcı bir olgudur; insanın ve devrimci sanatın doğasına aykırıdır. Sanat eseri biriciktir, hangi ölçüt ya da hangi nedenle olursa olsun yarıştırılamaz. Böyle bir yarışmacı yaklaşımın içinde şiir noterlerine şiiri onaylatmak o eseri özünden sakatlar. Devrimci gerçekçi şiir, kendini sosyalist geleneğin bir parçası saymakla birlikte, onun geçmişten kalan edimler üzerinde şekillenen yaratı sanatını........

© sendika.org