Esas halkayı ne zaman yakalayacağız?
“Türkiye siyaseti yeniden şekillenirken sosyalist strateji” dosyasındaki diğer yazılara ulaşmak için tıklayınız!
Sendika.Org sitesinden Ali Ergin Demirhan’ın “Türkiye Siyaseti Yeniden Şekillenirken Sosyalist Strateji” başlığı altında bir tartışma açtıkları ve benden de yazı bekledikleri mesajını alınca ‘umutlanmadım’ dersem yalan olur. “Tabii ki, severek katılırım böyle bir fikir alışverişine” diye yanıtladım Ali’yi.
Çünkü dünyanın ve ülkenin gidişi ortada. Kaldığı kadarıyla sadece bizlerin önündeki yılların değil asıl olarak gelecek kuşakların yaşamını belirleyecek birbirinden ürkütücü gelişmelerin yaşandığı çok kritik bir tarihsel momentteyiz. Tarihsel sınırları yanında dünya üzerindeki fiziksel sınırlarına da dayanmış çürümüş bir sistemin içinde debelendiği katmanlı yapısal krizini aşabilmek için tarihte tanık olduklarımıza rahmet okutacak gaddarlık ve vicdansızlıkla yeni bir birikim modeli, yeni bir egemenlik tarzı, yeni bir emek rejimi, yeni bir uluslararası düzen kurma arayışının her gün yeni bir adımına tanık oluyoruz. Trump’ta cisimleşen iktidar anlayışı, Elon Musk’ta cisimleşen pervasız kan emicilik, Filistin soykırımında cisimleşen ölçü-sınır tanımayan vahşet, uzaya taşınan silahlanma yarışı ve Mars’ı kolonileştirme hırsı daha nelerle karşılaşabileceğimiz konusunda paçalarımızı tutuşturmaya yetmeli. Bu arada yol açabileceği yıkımın olası boyutlarını düşünmenin dahi tüyleri diken diken etmeye yetmesi gereken yeni bir dünya savaşının kapıdan içeri girmek üzere olduğunu gözden kaçırmamalıyız.
Belirsizliklerle karakterize olan bu kaotik sürecin Türkiye somutundaki yansımaları yanında Cumhuriyetin kurucu partisi CHP’yi dahi tasfiyeye yönelen bir despotizmin Kürt özgürlük hareketini edilgenliğe sürüklemeyi başardığı “süreç” in muhtemel sonucuna paralel olarak nasıl büsbütün frensiz kalacağını düşününce devrimcilikte ısrarlı güçler olarak hal ve gidişin ciddiyetine uygun yönelim ve önerilerle karşılaşma umudum ve beklentim yüksekti.
Ne var ki, diplomasiye başvurmadan dobraca söylemek gerekirse büyük bir hayal kırıklığı yaşadım. 12 Eylül yıllarında bile yaşamadığım bir karamsarlık bastı içimi. “Arkadaşlar, yoldaşlar! Aklımızı bir an önce başımıza toplamazsak bu toplumu, ona yol gösterici olma iddiasını sürdüren devrimci sosyalist yapı ve çevreler olarak bizleri nelerin beklediğinin hâlâ farkında değil miyiz? Oyalanma pratiklerini ve bahaneleri bir an önce bir tarafa bırakarak çaresizlik içinde sarılacak bir umut, güvenebileceği bir alternatif arayışı içinde olan sınıfın ve emekçi yığınların beklenti ve arayışlarına biz böyle mi yanıt olacağız? Herkes halimizin hal olmadığının farkında gibi görünüyor ama herkes kendisiyle barışık. Bu nasıl olabiliyor?” diye haykırmak istedim.
Yanlış anlaşılmasın, bugüne dek yayımlanan makalelerin tamamı demiyorum ama bu yazıyı kaleme aldığım güne kadar (21-22 Eylül) yayımlanan bazıları gerçekten üzerinde durup düşünmeye değer noktalara parmak basıyordu. Bir tartışma platformu, seminer ya da atölye çalışmasında olsaydık bunlardan hareketle beyin jimnastiği yapmak yararlı olurdu kuşkusuz. Fakat hayasızlaşmış bir sömürünün, düpedüz açlık ve yoksulluğun pençesinde kıvranan işçi sınıfı ve ezilen emekçi yığınların önüne düşüp bir çıkış yolu gösterme iddiasını taşıyan devrimci sosyalist güçler olarak bizler, bugünkü ‘etkisiz eleman’ konumundan nasıl çıkacağımızın yolunu bir an önce bulmalıyız. Önümüzdeki acil ve hayati sorumluluk bu. Bu noktaya sadece bazıları çok vahim hatalarımızın, ihmallerimizin, bıraktığımız boşlukların sonucu gelmemiştik belki ama buradan çıkabilmemiz tamamen bize bağlı. Vereceğimiz kararlara, yapacağımız tercihlere, en önemlisi onları pratikleştirmekte sergileyeceğimiz irade ve ısrara bağlı.
Gücümüzü aşan nedenlerden kaynaklı sınırlar bütünüyle ortadan kalkmış değil, hatta bazı yönlerden işimiz geçmiş dönemlere kıyasla daha da zorlaştı. Buna karşın görece en gelişkin olanlarımızın bile salt kendi güçlerine dayanarak bunların üstesinden gelerek başkalarını da peşlerine takma olasılığı ortada görünmüyor. Kısacası, devrimde ve devrimcilikte ısrarlı güçler olarak birbirimize ihtiyacımız var. Süreçlerin seyri üzerinde kayda değer kalıcı bir etkisi olmayan anlık çıkışlarla tatmin olmayı yeterli görmüyorsak şayet sınıfın ve kitlelerin görüş alanına girmemizi mümkün kılmakla kalmayıp onlara güven verecek devrimci bir odak inşa etmeliyiz.
Dünyada, Ortadoğu ve Türkiye’de son aylarda hızlanan gelişmeleri de düşününce, bu tartışma sırasında aslolarak başkalarından farklı görünmeyi önemseyip bir şeyler vazetmekle yetinmeyeceği anlaşılan iradelerin çoğaldığını görmeyi umuyorduk. Hiçbir komplekse kapılmadan benimseyip hayata geçmesi için elimizden geleni yapmaya koyulacağımız öneri ve projelerle karşılaşmayı bekliyorduk. Heyhat!..
Bugüne dek az mürekkep ve nefes tüketilmediği halde herkesin kendi bildiğini tekrarlamaya devam ettiği gerçeği ortadayken bizleri hâlâ faşizm ya da program tartışmalarına davet eden yaklaşımlarla karşılaşınca, E. J. Hobsbawn’ın Gramsci’nin neden bundan sonra da “okunmaya devam edeceğine” dair tezi geldi aklıma: “Marksist tarihçilerin ve hatta Marksist olmayanların bile Gramsci’yi çok cazip bulmalarının nedenlerinden biri, onun somut tarihsel, toplumsal ve kültürel gerçeklikler alanını soyutlamalar ve indirgemeci kuramsal modeller hatırına terk etmeyi reddetmesidir tam tamına…”
Haksızlık etmiş olmayayım, bugüne dek okuduğum makaleler içinde parçayla sınırlı sistemsiz önerilerden farklı olarak -yayın sırasına göre- © sendika.org
