menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Eski gerilla, yeni makul: José “Pepe” Mujica

14 1
14.05.2025

José Mujica’nın 2015’teki Türkiye ziyaretinin ardından kaleme alınan bu yazı, Eleştirel Pedagoji, Yıl: 8, Sayı: 43, Ocak-Şubat 2016’da yayımlandı. Gözden geçirerek yayımlıyoruz.

Bir zamanlar hücrelerde ölümüne işkence ettiğiniz, delirene kadar tecritte tuttuğunuz bir adam vardı. O adam şimdi size emir verecek…

Ulusal Kurtuluş Hareketi – Tupamaro gerillalarının eski önderlerinden José Alberto Mujica Cordano, halkın verdiği adla “Pepe Mujica” 1 Mart 2010’da Uruguay Devlet Başkanı olduğunda devletin birçok kademesinde bu his yaşanmış olmalı.

Zira Mujica iktidara geldiğinde onu 30 yıl önce gerektiği anda kurşuna dizmek üzere Punta Carretas zindanlarında ağır işkence ve tecrit koşullarında rehin tutmuş devlet kadrolarının en azından bir kısmı hâlâ görevleri başındaydı. 1973’ten 1985’e dek hüküm süren ve yüzlerce Uruguaylının ölümünden, zorla kaybedilmesinden ve işkenceden geçirilmesinden sorumlu “sivil-askeri cunta” iktidarı terk etmenin ön şartı olarak askerlerin diktatörlük dönemindeki suçlardan yargılanmaması şartını sürmüştü. Bu şart büyük ölçüde uygulandı.

Mujica’nın iktidara geldikten sonraki ilk jestlerinden biri işledikleri suçlardan hasbelkader hüküm giyerek cezaevinde bulunan 20 emekli askerin cezalarının ev hapsine çevrilmesi için (reddedilen) bir teklif vermek oldu. İşkence merkezlerinden olan Rocha karargâhına giderek eski düşmanları ile fotoğraflar çektirdi. “Dünyada iktidar için mücadele veren ama yanında askerlerin olmasını düşünmeyen bir kimseyi tanımıyorum. Bunu yapmazsan kaybedersin” diyerek askerleri kendi yanına çekmek için çabaladı. “Eski defterleri karıştırmak” istemediğini açıkça belirtti.

Bazı solcu arkadaşlar bunu anlamakta güçlük çekiyor ve beni bu yüzden affetmiyorlar. Bunu bir ihanet olarak görmeleri çok rahatsızlık verici. Dünyayı değiştirmeye çalıştım ve bu yükü üstüme alıyorum Eğer asker olmasaydı bir başkası olurdu [bana bu zulümleri yapan]. Onlardan nefret etmedim, onlar sadece maşaydı. Tüm hayatın boyunca bu kızgınlıkla yaşamak korkunç bir şey olsa gerek. Acıyorum böylelerine.

Alıntılar yakın dönemde yayımladığı İktidarda Bir Kara Koyun: Saraysız Başkan José Mujica’dan (Andres Danza, Ernesto Tulbovitz; çeviren: Ali Tuncer; Tekin Yayınevi, 2014).[1]

Pepe Mujica ile karısı, yoldaşı ve siyaset arkadaşı Lucía Topolansky, kasım ayı başlarında bu kitabın tanıtım etkinlikleri çerçevesinde Türkiye’ye geldiler. Kitabın yazarları olan Uruguaylı gazetecilerin ve Uruguay sendikalar konfederasyonu temsilcisinin de bulunduğu heyet İstanbul, Eskişehir ve İzmir’de DİSK’li sendikalar başta olmak üzere çeşitli kurumları ziyaret etti.

Mujicaların İzmir’de tercümanlığını yapmam için DİSK aracılığıyla Tekin Yayınevi’nden teklif geldiğinde tereddüt etmedim. Aslında tereddüt etmek için yeterince nedenim vardı. Neruda ve Lorca’yı ana dilinden okumak üzere başladığım İspanyolca maceramın içinde irili ufaklı beş kitabı Türkçeye çevirmek ve mecbur kaldığımda kısa sözlü çeviriler yapmak gibi “başarı öyküleri” olsa da, İngilizceden farklı olarak, bu dilde günbegün sözlü çeviri yapan, yüzlerce toplantıda, onlarca lehçede, binlerce saat maruz kalan biri değildim.

Fakat Latin Amerika dünyanın galiba en çok ilgilendiğim bölgesiydi, Tupamarolar dünya gerilla mücadelesi tarihinde boyutlarıyla ters orantılı bir öneme sahipti, Costa Gavras’ın onları konu alan ve siyasal sinemanın kültlerinden olan Sıkıyönetim filmini hem izlemiş hem de Ülkü Tamer imzalı çevirisini ilgiyle okumuştum, Mujica ismi de bir süredir dikkatimi çekiyordu. 2015 başlarında Latin dünyasında viralleşen bir sosyal medya paylaşımı vesilesiyle Gezite’ye “Cumhurbaşkanına Otostop Çekmek” başlıklı bir yazı da yazmıştım: [2] Bir adam otoyolda bir saat boyunca otostop çektikten sonra tek duran araba Mujica ile eşinin arabası olmuş ve bu kişinin Facebook paylaşımı bir anda herkesin ilgisini çekmişti.

Tüm bunlar birleşince bu çeviriyi yapmak için elimden geleni ardıma koymadığım tahmin edilebilir. Tarihlerin netleşmesinden sonra kendimi bir hızlandırılmış İspanyolca tazeleme kampına aldım. Mujica’nın onlarca konuşmasını ve onun hakkında yapılan belgeselleri izledim, kitabı aslından okumaya giriştim, terimce çalışmaları yaptım vb. S ve D harflerinin çoğunu sessizlikle geçiştiren ya da yerine bizdeki H gibi bir ses koyan bir konuşma biçimi ile karşı karşıya kalacağım için bu diyalekte ne kadar aşina olursam o kadar iyiydi.

Konuğun önemini de düşününce, konferans tercümanlığına ilk başladığım yıllardaki heyecanı bir daha yaşıyordum. Birazdan anlatacağım nedenlerle, benim açımdan beklediğim kadar verimli bir buluşma olmadı yaşadığımız, ama yine de en ilginç çeviri maceralarımdan birini yaşadığımı söyleyebilirim.

Pepe Mujica, eşi Lucia ve beraberindekilerle 4 Kasım 2015 sabahı Dario Moreno’nun evinin bulunduğu sokaktaki meşhur Tarihi Asansör’de buluştuk. Grup, İzmir ve Konak (buradan Sema Pekdaş ablamıza da bir selam gönderelim) Belediye Başkanlarıyla kahvaltıya katıldı. Yunan bir armatör dostları vesilesiyle Ege’nin öte yakasını tanımalarına karşın İzmir’e ilk kez geliyorlardı.

İspanyolca adı ile Esmirna’nın boyozu ve amazonları gibi turistik, tarihsel özellikleri üzerine hafif bir sohbetin ardından grup akşam Ece Temelkuran’ın moderatörlüğünü yapacağı toplantıya dek dinlendi.

İzmir’in giderek kötüleşen trafiği içinden Ahmet Adnan Saygun Sanat Merkezi’ne doğru gitmeye çalışırken salonun çoktan dolduğunu, insanların kapıya yığıldığını öğrendik. Biraz zor oldu ama içeri girebildik. İspanyolca simültane kabininde çevirmen arkadaşım Esra Öztürk vardı ama paneli salonun dışına kurulmuş ekranlardan izleyecekler de düşünüldüğünde, kabaca 5000 kişi olduğu tahmin edilen izleyici kitlesine yetecek kadar kulaklık olmadığı için Esra’nın konuşmaları hoparlörlerden salona verildi. Aynı yöntemle sorular Türkçeden İspanyolcaya çevrildiğine ise başka bir sorun ortaya çıktı, Pepe salona dağılan sesi anlamıyordu. Bu kez ben de sahneye çıkıp soruları Pepe’nin kulağına çevirmek zorunda kaldım. Oldukça karmaşık bir tercüme düzeni…

Yine de seyircinin coşkusu, Ece’nin popülerliği, Pepe’nin karizmasıyla çoğunluğu tatmin eden bir sohbet gerçekleştirebildik. İşin ilginci, ertesi gün Pepe ve yanındakiler İzmir Selahattin Akçiçek Kültür Merkezi’nde daha kapsamlı bir konuşmaya ve imza etkinliğine katıldığında birkaç yüz kişilik salon tam dolmamıştı. Herkesin 15 dakikalığına ünlü olduğu dünyada Mujica’nın starlığı da bir akşam sürmüştü galiba. İkinci etkinlik ilki kadar duyurulmamıştı ve moderatörü de Ece Temelkuran değildi ama yine de aralarında 20 saat ve birkaç kilometre olan iki buluşmaya gösterilen ilgi düzeyi tuhaf bir uyuşmazlık içindeydi.

Buluşmalarda nelerin konuşulduğunu burada yeniden özetlemeyeceğim. Hem internet kaynaklarından videolu ve yazılı olarak bu içeriğe erişmek çok kolay hem de Pepe Mujica İstanbul’da da Eskişehir’de de İzmir’de de ve hatta daha önce izlediğim konuşmalarını da katacak olursam dünyanın hemen her yerinde de hep aynı şeyleri söylüyor. Dünyanın duruma göre “en yoksul”, duruma göre “en mütevazı” devlet başkanı olarak adlandırıldığından ve en çok ilgi çeken yanının da siyasi fikirleri ve icraatlarından ziyade bu olmasından dolayı o da mutlaka insanların zaten çok şey istememesi gerektiğinden, tüketim hırsının mutsuzluk getirdiğinden, doğaya ve insanlara........

© sendika.org