sandık değil mücadele
her gece, ‘allahım ne olur piyango bana çıksın’ diye dua eden adamla ilgili fıkrayı bilirsiniz. en sonunda göklerden bir ses gelir: “bilet al be adam!”
genel grev çağrıları da bana bu fıkrayı hatırlatıyor. hayatı boyunca sendika üyesi olmamış, bunu aklından bile geçirmemiş, nasıl olunduğunu bile bilmeyen -çok basit- arkadaşlarımız, genel grev çağrısı yapılmamış olmasını lanetliyor. sendika ve konfederasyonların yöneticilerinin kararlarından ve tutumlarından bağımsız olarak söylüyorum. türkiye’de sigortalı çalışanlar içinde -hak-iş ve türk-iş de dahil- sendikalı olanların sayısı yüzde 15’i bulmuyor. yani sendikalardan gelecek herhangi bir çağrının hayatı durduracak etkiyi yapması çok güç. daha önemlisi, sendikaların demokratik bir işleyişinin olması, iş bırakma gibi bir adımın tepeden gelen bir talimatla değil, işyerlerinde tartışılarak alınmasını gerektirir. iş bırakma, işinden olma gibi riskler taşıyor ve bu işsizlikte kolay alınacak bir karar değil, en azından belli bir hazırlık, çeşitli taktikler geliştirilmesi lazım. ama tekrar başa dönersek, her şeyden önce, bugünkü gibi yükselme anlarını beklemeden, sendikalaşmayı -ve genel olarak hak arama örgütlerinin güçlendirilmesini- gerektiriyor.
ama türkiye solu uzun yıllardır örgütlenme denince hak örgütlerini değil, siyasi grupları ve örgütleri anlıyor; zaman içinde gitgide anlaşılmaz hale gelen[1] bölünmüşlük ve rekabet de bunu tetikliyor. daha fenası, siyaset esasen seçim dönemlerinde hareketleniyor. rekabetin ve sandık siyasetinin bizi burjuva politikasına yaklaştırdığını söylemek haksızlık değil bence.
şunu hatırlatarak devam etmek istiyorum. insan 23 yaşında, iki çocuk annesi bir tekstil işçisi de olabilir, doktora öğrencisi de. politik olarak bunlardan ancak ikincisi gençlik tanımına giriyor; bir başka ifadeyle gençlik dendiğinde kastedilen grup öğrenci gençlik. öğrenci hareketi, 1960’lardan beri, türkiye solu için belirleyici bir öneme haiz oldu. dünyanın başka yerlerinde, çeşitli dönemlerde öğrenci hareketinin muhalefetin omurgasını oluşturduğu olmuştur ama türkiye’deki gibi, sistemli bir durumdan söz etmek mümkün değil. bunu bir özgünlük olarak görmek de mümkün, bir zaaf olarak da.
öğrencilik ya da genç yaşta olmak gibi geçici bir özelliğin, sürekliliği olan bir hareketin inşasında belirleyici rolünün olması, hareketin -özellikle kadrolar açısından- devamlılığını da zedeleyen bir olgu.
eğitimin kişinin sınıfını değilse bile gelir durumunu değiştirdiği, yani yoksul bir gencin ücret ödemeden iyi bir üniversitede eğitim alıp mühendis, hekim, avukat olabildiği ve ebeveyninden çok daha iyi koşullarda yaşadığı geçmiş yüzyılda gençlik hareketinin kadroları, mezuniyet sonrası çözünmeye yatkındı.
bir başka ayırt edici konu daha var. geçmişte öğrenci gençlik siyasi aidiyetlerle, ideolojik tercihlerle ya da okumuş insanın yurduna ve halkına sorumluluk duyması fikrinden yola çıkarak harekete geçti.[2] bu sebeple, o uzun tarih boyunca öğrenci gençlik hareketi belli bir devamlılık içinde, solun çeşitli hatlarının taşıyıcısı oldu. en kendiliğinden örgütlenmiş gösterilerde bile, dünya ve türkiye devrimci tarihinin önderlerin adlarının ve yüzlerinin yer alması o geleneklerin, zaman zaman bağlamından, anlamından kopsa da kuşaktan kuşağa geçtiğinin bir kanıtı.
ama bugün durum birkaç sebeple çok farklı. öncelikle, türkiye’de yüksek öğrenimin paralı hale gelmesiyle, eğitimin kişinin kaderini değiştirme........
© sendika.org
