Ölen ama yenilmeyenlerin yoldaşı
Bizim kuşağın çocuklarına, torunlarına anlatacağı bir hikayesi olmalı. Gençliğini yaşamamış, ağır sorumluluklar üslenmiş fedakâr, aynı zaman da ölümü küçümseyen gözü pek bir kuşak. Romantik aşklara yelkende açar, şairin dizelerindeki gibi “yaşamı züllümüzde sever”.
Bizim hikayemizde burada başlıyor.
Soğuk bir Mart gününde, baharı muştulayan ay ışığının geceyle dansa durduğu, uykunun en derin zamanında… Kan kusar zulmün namluları.
Giriş kapısına ilk Aslan yönelir. Yoldaşları için siper eder kendisini tereddütsüzce. 12 Eylül faşizminin ilk günlerinde gencecik yüreği ile durmuştu faşist namluları karşısına Mine Bademci.[1] Yıl 1983 Sefaköy destanın yazıldığı o küçük ev.
Aslan Tel, Kastamonu’nun Tosya ilçesine bağlı Kayın köyünde 1958 de dünyaya gelir. Yoksul aile ortamında, daha çocuk yaşlarda paylaşımcılığı edinir.
Aslan’ın Çankırı Öğretmen Lisesi öğrenciliği döneminde başlar devrimci yaşamı. Yetmişli yılların başında hızla gelişen devrimci hareket, Çankırı ve bazı ilçelerinde, kimi Kürt köylerinde yaygın bir çevrede gelişir. Remzi Küçükertan’ın başını çektiği THKO geniş kitle tabanına ulaşır. Böyle bir ortamda ileriye fırlayan, örgütçü özellikleri olan Aslan Tel dönemin ağır sorunlarını da omuzlayanlardandı.
Onu tanıyan herkes yüreğinde bir sıcaklık göğsünde bir ferahlık hissederdi. Kimi insanların doğasındaki bu sıcakkanlılık Aslan’ın yaşamıyla bütünleşen özeliklerinden yalnızca biriydi. İlerleyen yıllarda o bütün enerjisini, yeteneklerini sakınmasızca örgüte akıtacaktı. Zaten soylu ölümüyle, Sefaköy direniş destanındaki kahramanca tavrıyla kalleş kurşunlara bedenini siper ederek bunu gösterdi.
1975 yılının soğuk bir kış gününde ilk kez “Küçük Moskova” olarak bilinin Muzo’nun kahvesinde tanışmıştık. Remzi’nin aralıksız anlatımları karşısında kafam allak bulak olmuştu. Bir ara ikimiz yalnız kalınca “…ama hiçbir şey anlamadım bu söylediklerinizden” deyiverince o meşhur gülüşüyle ilerde anlarsın deyip başka konulara geçtiler.
Aradan aylar geçip askerden dönünce tekrar görüşmeye başladık. Zaten o yıllarda devrimcilerin uğrak yeri olan Muzo’nun kahvesi dışında TÖB-DER ve yeni yeni gidip geldiğimiz CHP vardı. Bir gün başka bir arkadaşla birlikte çalıştığım işyerine uğradılar. Yine uzun tartışmanın sonunda “Al sana bizim gazeteyi getirdik” deyince iyice şaşırdım. Halkın Kuruluşu’nun birinci ve ikinci sayıları. “Ama mutlaka oku…” demeyi de ihmal etmedi. İçimden ‘bana kancayı taktılar’ dedim. Diğer yandan yeni bir çevre, yeni arkadaşlar tanıdığıma da seviniyordum.
Aslan’ın deyimiyle bu gazete benim sınıfımın gazetesiydi. Derken okumam için kitap vermeye başladı. Nihat Behram’ın “Dar Ağacında Üç Fidan” kitabı geldi. Okuduğumda yaşamımın hızla değişmeye başladığını fark ettim. Çünkü çevremle Aslanların diliyle konuşmaya başlamıştım. Oysa o zamana kadar hayatımda okuduğum tek kitap Atçalı Kel Mehmet romanıydı.
Çankırı’da herkes Halkın Kurtuluşu taraftarıydı. Gizliden........
© sendika.org
