Bilim ve dinin toplum üzerinde etkileri
Risale-i Nurda modern Bilim ve Modern Sanat Felsefesi-2
Kozmolojiyi ilgilendiren bu bölümde, insanlığın çıkmazlarını anlamak ve modern bilimin başlangıcına gitmek lâzımdır.
İlk bölümde arz edildiği gibi, modern zamanlara, insanın ümitlerini kıran, olağanüstü sırlardan, mucizelerden uzaklaştırılmış bir dünyaya gelindi.
Max Weber bunu, “Büyüden Arındırılmış”, büyüsünü kaybetmiş dünya olarak tanımlıyor.
İnsan, matematik metod ve dünyanın matematikleştirilmesi sayesinde, mutlak hâkimiyetini kurmak için tabiattan koptu.
Dünyanın matematik izahı Galile ile başlamıştır. Dünyanın varoluşu, matematik formüller şeklinde ve varlıkların, gökyüzü cisimlerinin matematik ilişkisi, Galile, Kepler ve onların ekolünü meydana getiren astronomların (müneccim) görüşleriyle ortaya çıktı. Bir müddet sonra, Newton, gökteki varlıkların birbiriyle olan ilişkisini, yalnız matematik formülle değil, aynı zamanda yerçekimi kaidelerinin onlara tatbiki olarak gösterdi. Böylece matematik formüle bir fizik formülü ilâve edilmiş oldu.
Bu yeni görüşlerin Avrupa’da ortaya çıkardığı problem şu oldu:
O zamana kadarki anlayış, kâinattaki hareketlerin intizamını İlahî bir varlığın sağladığı şeklindeydi. Fakat bu matematiğe dayalı görüş, yeni bir izah tarzı getirmiştir:
Bu öyle bir intizamdır ki bunun arkasında matematik bir formül bulmak mümkündür. Binaenaleyh Allah’ın yaratıcı gücü bu buluşlarla nasıl bağdaştırılacak?
Bu bağlantıyı tecrübeler yaparak, bilgilerini daha fazla derinleştirerek bulmaya çalışmak yerine, kestirmeden, fizik, matematik ve yaratıcı güç arasındaki ilişkileri şöyle bir formüle bağlamışlardır:
1. Bir yaratıcı varlık vardır.
2. O yaratıcı varlık, her milisaniyede dünyada olup bitenlere nezaret etmez.
3. Büyük bir saatçı ustası gibi, zemberekleri kurmuş, sistem de kendi kanunlarıyla devam ediyor.
4. Sistemin kanunları fiziğe ve matematiğe dayalıdır.
Bu Allahsız bir dünya, fakat aynı zamanda yeni bir Allah anlayışı sonucunu doğuruyor. Kâinat değişmez ve bağımsız kanunlara göre çalışan dev bir makine olmuştur. Bu teoriye göre Allah, bir saatçi gibidir. Kâinatı kurmuş ve onu işlemeye bırakmıştır. Bu görüş, “Deizm” ismiyle modern “Teologie”ye (ilahiyat) girdi. Locke bir Deist’tir. Toplumun bir anlaşma üzerine oturduğunu, yönetimin sosyal kanunlara boyun eğmesi gerektiğini, yoksa “İsyan”ın meşruluğunu kabûl ediyordu.
İngiliz politikacı ve devlet adamı Bolingbroke, “Tarih felsefesi” ve Deizm’i ile Voltair ve Rousseau’yu etkiledi. Voltair her ne kadar katolik kilisesinin aleyhinde çok şeyler yazmışsa da inancında bir Deist olduğu anlaşılır.
Avrupa’da hem teolojiyi hem de modern fiziği ve matematiği ilgilendiren Deizm, septisizme (şüphecilik) ve materyalizme yol açmıştır. Onsekizinci yüzyılda Deizme inananların sayısı çok azdır.
Sebebi şudur:
O ilahî varlığın, günlük hadiselerde kendisini göstermesi ve bir hak anlayışına dayanması gerekirdi. O’nun daima bir intizam içinde iş gördüğüne inanmak mümkün değil. Çünkü bu dünyada çok haksızlık var. Binaenaleyh intizam yalnız matematiğin ve fiziğin intizamı mıdır, dünyada yaşayan insanlarda da bir intizam yok mudur? Bu soru ile birlikte septisizm doğmuştur.
Artık Deizm bir teori olarak yavaş yavaş zihinlerden siliniyor ve yerine materyalizm geliyor. Materyalizm 19. Yüzyılda çok tesirli olmuştur.
Üç cereyan görülüyor:
1. Bu ince şeyleri değil, yalnız hadiseleri etüd edelim, hadiselerin kataloğunu çıkaralım, onun arkasındakileri çok fazla düşünmeyelim.
2. Nasıl oluşuna bakalım, niçin oluşuna bakmayalım. Dünya çok karanlık bir dünyadır, ne olduğunun bilinmesine imkân yoktur.
3. Dinsizler de yanlış düşünüyorlar. Çünkü onlar sanki Allahın olmadığını isbat edeceklermiş gibi davranıyorlar. Öyle bir şey mümkün değil.
Bunlardan birinci akıma “Materyalizm”, ikinciye “Pozitivizm”, üçüncü akıma ise “Septisizm” denilebilir. Bu üç akımın her biri kâinatla ilişkisini başka türlü kuruyor. Fakat bunların karşısında bir dördüncü anlayış var. Bu dördüncü akıma göre, insan aklının bulabileceği şeyleri, bir yaratıcı güce maletmek doğru değildir. Yaratıcı gücün imkânları, insanlar tarafından tasnif edilemez. Yaratıcı güce inanılır, olup bitenlerle ilişki kurmağa çalışılmaz. Olup bitenler ayrı bir küme olarak incelenir.
Bediüzzaman, evrensel anlamda ilahiyat, insan ve tabiat konularını birlikte eleştirinceye dek, bu akımların doğru mu yanlış mı veya hangisinin doğru hangisinin yanlış olduğu şeklinde isbat veya onlara........
© Risale Haber
