Meçhul Bir Kabirde Üstad: Gizli Bir Defin ve Asker Hasan Amca’nın Unutulmaz Görevi-2
Aşağıdaki yazımız, rahmetli Abdulkadir Badıllı Ağabey’in “Mufassal Tarihçe-i Hayat” adlı değerli eserinin 3. cildinden istifâde edilerek kaleme alınmıştır.
Türkiye’nin tarihine kara bir leke olarak geçen 27 Mayıs İhtilali, yalnızca siyaseti değil, inanç ve değerleri hedef alan bir girişimdi. Demokrat Parti’ye ve onun temsil ettiği İslami değerlere karşı beslenen kin ve düşmanlık, Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri’nin mübarek naaşına dahi uzanmıştı. Büyük bir intikam duygusuyla hareket eden zalimler, muazzez üstadımız Bediüzzaman’ın naaşını gizlice alıp meçhul bir yere taşıyarak, onun hatırasını silmeyi amaçlamışlardı. Ancak ne yaptılarsa, Allah’ın inayeti altında olan bir davayı durdurmayı başaramadılar. Bediüzzaman Hazretleri'nin bedeni, 111 gün boyunca bozulmadan muhafaza edilerek, zalimlerin her çabasını boşa çıkardı. Bu yazı, bu şanlı davanın, “inkılap” adı altında zulüm uygulayanların karşısında nasıl bir zafer kazandığını ve adaletin, ilahi hikmetin tecelli ettiği bu büyük hakikati gözler önüne sermektedir.
KARA LEKE: 27 MAYIS İHTİLÂLİ
27 Mayıs ihtilalini gerçekleştiren grup, Türkiye’nin siyasetini dinsizlikle yoğurarak, bu maskenin ardında inançsız bir hayat sürmek isteyen bazı kişiler ile Şamanist, kafatasçı ve Turancı ırkçıların komite üyelerinden oluşuyordu. Bu grupların ortak noktası, İslam dinine, Kur’an’a ve dolayısıyla Risale-i Nur’a ve onun hizmetine karşı duydukları derin düşmanlıktı. Demokrat Parti ve Menderes’e karşı besledikleri bu öfke, ihtilali büyük bir intikam ve vahşet duygusuyla gerçekleştirmelerine sebep oldu. CHP’li, Millet Partili ve diğer partilerden tek bir milletvekiline bile dokunmazken, en büyük düşman olarak gördükleri Demokrat Parti milletvekillerini, kumandan ve valilerini apar topar toplayarak, hepsini suçluymuş gibi Yassıada’nın zindanlarına doldurdular.
İhtilalin ardından, Türkiye’nin dört bir yanındaki Risale-i Nur talebelerine de saldırılar başladı. Birçoğu, suçsuz ve masum olmalarına rağmen, askeri garnizonlarda karanlık ve havasız zindanlara atıldı, işkenceye maruz kaldılar. Ancak sonunda, istemeyerek de olsa, bu masum insanlar askeri mahkemelere çıkarıldı. Çoğu hâkim, vicdanları ve mevcut kanunlar doğrultusunda karar verdi. Risale-i Nur talebelerinde ve eserlerinde suç unsuru bulunamayınca, neredeyse her yerde talebeler serbest bırakıldı ve eserler sahiplerine iade edildi. Yedi ay içerisinde, 02 Mayıs 1960 ile 30 Aralık 1960 tarihleri arasında, kırk bir (41) askeri ve sivil mahkemeden beraat kararı çıktı. Bu mahkemeler, Yassıada’da özel olarak oluşturulan taraflı mahkeme dışında, adaletin ve kanunların gereğini yerine getirdiler.
SİVAS KAMPI VE DİĞER ZULÜMLER
Millî Birlik Komitesi'nin zalimane icraatlarından biri de Sivas Kampı’dır. 1960 yılı içinde İnönü’nün talimatı doğrultusunda Sivas’ta bir esir kampı kurdular. Bu kampa özellikle Doğu illerindeki tanınmış din adamlarını ve önde gelen şahsiyetleri, hiçbir hukuki dayanak olmadan, yalnızca “ihtiyat” adı altında topladılar.
Bu insanlar, ihtilal sürecinde yapılan yıkıcı icraatlara engel olabilecek kişiler olarak görülüyordu. Memlekette herhangi bir karışıklık çıkmasın diye, bu zalimce önlemi almayı seçtiler. Masum insanlar bu esir kampında aylarca haksız yere tutuldu. Nihayetinde ise “Bu sadece bir şakaydı, kusura bakmayın” dercesine hepsini serbest bıraktılar.
Her türlü baskı ve zulüm uygulanmıştı, ancak onların gözünde son bir adım daha kalmıştı: Bediüzzaman’ın kabrini gizlice yıkmak ve naaşını Urfa’dan alıp bilinmeyen bir yere taşımak. Bunu başarabilirlerse, Türkiye’de “inkılaplar” adına büyük bir iş yapmış olacaklarına inanıyorlardı. Böylece din adına kimsenin konuşamayacağını düşünüyorlardı.
ZULÜM VE İHANETİN SON HAMLESİ: BEDİÜZZAMAN’IN NA'ŞINA YAPILAN SALDIRI
“Millî Birlikçiler” bu meseleyi gizlice tartışmaya açtılar. Planlar yapıldı, Urfa’dan bazı talihsiz insanlara şikâyet dilekçeleri yazdırıldı ve ihbarlar gerçekleştirildi. Nihayet planlarını uygulamaya geçirdiler.
Plan şuydu: Konya’daki Bediüzzaman’ın kardeşi Abdülmecid’in adına bir dilekçe yazdırılacak ve ona imzalatılacaktı. Bu dilekçe, Türkiye siyasetinde söz sahibi olan Millî Birlikçilere sunulacaktı. Onlar da bu dilekçeye dayanarak harekete geçeceklerdi.
Bediüzzaman Hazretleri’nin yaşlı ve kederli kardeşi Molla Abdülmecid Efendi, bu olayı şöyle anlatıyor:
“1960 ihtilalinden iki, iki buçuk ay sonraydı. Bir gün eve iki sivil polis geldi:
‘Sizi vilayetten istiyorlar,’ dediler.
Merak ettim, benim vilayetle ne işim olabilirdi ki? Ama gitmemek olmazdı, kalktım gittim. Konya Valisi’nin makam odasında birkaç general vardı. Sonradan öğrendim ki, bunlar Konya Askerî Valisi, Urfa Askerî Valisi General Necdet Yalçın, Isparta Valisi ve dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Cemal Tural’dı. Bana oturmamı söylediler. Kısa bir selamlaşmanın ardından Cemal Tural konuşmaya başladı:
Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Cemal........© Risale Haber
visit website