İnanç ve Şehadet: Bir Nur Talebesinin Feda Edilmiş Hayatı
Güneş henüz doğmamış, Adilcevaz'ın Erikbağı (Koçeri) Köyü'nün daracık, taşlı sokakları sessizliğe gömülüydü. Ancak Nevruz Çakan'ın kalbi, derin bir arayışın ateşiyle çarpıyordu. Kaderin bir cilvesi, onu çarşının kalabalığı içinde Bekir Ağa ile karşılaştırdı. Yılların ağırlığı Bekir Ağa'nın yüzünde çizgiler bırakmış, ama gözleri bilgelik ve hayat tecrübesiyle ışıldıyordu. Nevruz, cesaretini topladı, ona yaklaştı ve yüreğindeki sızıyla sordu:
"Bekir Ağabey, bir tarikata girmek istiyorum. Bana ne tavsiye edersiniz?"
Bekir Ağa, yıllar önce Bediüzzaman Hazretleri'nin ilk talebelerinden biri olarak Barla'da sürgün hayatı yaşamış, sonra Adilcevaz'a dönerek köyüne yerleşmişti. Nevruz'un bu sorusu, onun derinliklerinde bir yankı buldu. Kısa bir sessizlikten sonra, ceketinin cebinden özenle bir risale çıkardı, Risale-i Nur Külliyatı'ndan. Nevruz’a uzattı:
"Nevruz kardeş, ne tarikatı? Bediüzzaman diye bir zat var, onun Risale-i Nur adında eserleri var. Sen ona bağlan."
Bekir Ağa'nın sesi, umut ve inançla doluydu.
(“Bekir ağa” veya “Bekir Bey” lakaplarıyla tanınan Abdülceliloğullarından Adilcevazlı Bekir Çelik)
Nevruz, risaleyi aldı, sayfalarını çevirmeye başladı. O gece, evinin sade odasında, her kelime kalbine işliyor, kalbinin derinliklerinde yankılanıyor, sanki yıllardır beklediği bir dostla yeniden buluşmanın sıcaklığına kapılıyordu. Risale-i Nur’un huzur veren sözleri arasında kaybolurken, kendini bambaşka bir dünyada, ışık dolu bir yolda yürürken buldu. Günler geçtikçe, Nevruz daha fazla risale buldu ve gece gündüz demeden okumaya devam etti. Onun için kırk yıllık bir yolculuk, kırk günde tamamlanıyormuşçasına hissediliyordu.
Yoksulluğuna rağmen, Nevruz evini her gece Risale derslerine açtı. Gelen misafirlerine, zahmetle kazandığı az parayla özenle hazırladığı ikramlarla ağırladı. Evinde yayılan sıcaklık ve sevgi, Risale-i Nur’un ışığını her köşeye yansıtıyordu. Her akşam, risalelerin huzur veren sözleriyle dolu derslerde, Nevruz’un sesi ve kalbinin sesleri birleşiyor, köyde bir umut ışığı yanıyordu.
Nevruz, artık hem yolunu hem de mürşidini bulmuştu. Risaleleri okurken öyle bir ruh haline bürünürdü ki, her satır onun damarlarında akan kan gibi akıyor, kalbini ve ruhunu derinlemesine besliyordu. Bir annenin yıllar önce kaybettiği evladına kavuşmasının getirdiği tarifsiz mutluluk, Nevruz’un da bu risalelere duyduğu sevgiyle birleşiyordu. Her dersinde okuduğu sözler, onun gözlerinde yaşlara ve kalbinde sevinçlere dönüşüyor. Risaleleri okudukça gözyaşlarına hakim olamıyor, zaman zaman dayanamayıp bayılıyordu. Nevruz Çakan’ın içi dışı risalelerin nuruyla aydınlanmış, yayılan bu ışık etrafındaki herkesi de aydınlatıyordu.
Erikbağı Köyü’nün ince sokakları, Nevruz Çakan’ın Üstad’ına duyduğu özlemin yankılarıyla doluydu. Her geçen gün, Bediüzzaman Hazretleri’ni görme arzusu içini daha da kavuruyordu. Bu hasret, ruhunu esir almış, dayanılmaz bir acıya dönüşmüştü. İmkânsızlıklar içinde kıvranırken bile umudunu kaybetmeyen Nevruz, tüm zorluklara göğüs gererek her türlü borç ve harca katlanmıştı. Adilcevaz’dan Emirdağ’a, Bediüzzaman’ı ziyaret etmek üzere yollara düştü; bu yolculuk, sanki kaderinin bir parçasıymış gibi onun için anlam kazanıyordu.
Bin bir zahmet içinde Emirdağ’a vardığında, yorgun ama kararlı adımlarla şehrin kalbine ilerledi. Dostlarının uyarıları zihninde yankılanıyordu:
“Nevruz kardeş, Bediüzzaman’ı ziyarete gittiğinde seni kabul etmeme ihtimalini de hesaba katmalısın. Buradan ta Emirdağ’a kadar gidip de Bediüzzaman’ı göremeden dönenlerin olduğunu biliyoruz.”
Ama içindeki aşk ve bağlılık, bu korkuları gölgede bırakıyordu. Gönlü umutla dolu, Emirdağ’a ulaştı. Gözlerinde umut ışıkları parlıyor, adımları ise kararlılıkla atılıyordu. Bediüzzaman’ın evine yakın bir kahvehaneye girip oturduğunda, beklenen anın yaklaştığını hissetti.
Birden kapı açıldı ve bir ses yükseldi:
"Adilcevaz’dan gelen kim?"
Nevruz’un kalbi yerinden çıkacak gibiydi. Titreyen dudaklarıyla zar zor cevap verdi. Kahvehanedeki tüm gözler ona çevrildi. Bediüzzaman’ın bir talebesi ona yaklaştı:
"Benimle gel, Üstad seni çağırıyor."
Nevruz, adeta bulutların üzerinde yürüyormuşçasına talebenin peşinden gitti. Bediüzzaman’ın evine yaklaşırken kalbi heyecandan çarpıyordu. Tahta merdivenlerden yukarı çıkarken kalbi heyecandan duracak gibi atıyordu. Her adımda, içindeki özlem daha da yoğunlaşıyor, nefesi kesiliyordu. Odaya geçtiklerinde, gerçek ile hayal arasında gidip gelen bir dünya içinde, Bediüzzaman’ın huzuruna çıktığını fark etti.
Özlemini dindirmek için önce doya doya Bediüzzaman’a baktı. Üstad’ının gözlerinde yılların bilgeliği ve merhameti parlıyordu. Elleri titreyerek Bediüzzaman’ın elini öptü, bu eylem onun için sanki ruhunun derinliklerinden gelen bir itiraf gibiydi. Bir süre sohbet ettikten sonra, yola çıkma vakti geldiğinde, yeniden Bediüzzaman’ın elini öptü. Bu esnada, Üstadı ona yol parası, taze bisküviler ve bir torba dolusu kitap vererek onu uğurladı.
(Nevruz Çakan)
Nevruz, manevi bir doygunlukla yola çıktı. Yolculuğun ortasında, elini cebine attığında şaşkınlıkla baktı; cebindeki para, hiç eksilmemişti. Üstad’ının kerameti karşısında gözyaşlarına boğuldu. "Üstadım, Üstadım..." diye fısıldadı, sevinç ve minnetle dolu bir kalple.
Tatvan'ın derin sessizliğinde, gökyüzü yıldızlarla süslenmiş, ay ise karanlığın içinden süzülerek etrafı aydınlatıyordu. Uzun ve meşakkatli bir yolculuğun ardından Nevruz Çakan, yorgunluğunu atmak için şehrin sokaklarına adımını attı. Her adımında, Üstad'ına duyduğu özlem daha da büyürken, kalbinde geleceğe dair bir umut ışığı parıldıyordu.
Tam o gece, Tatvan'da yaşlı bir kadın rüya aleminde Bediüzzaman Hazretleri'ni gördü. Üstad, ona üç kez Nevruz adında bir talebesinin geleceğini ve onu evinde misafir etmesi gerektiğini söyledi. Yaşlı kadın, rüyasının etkisinden kurtulamayarak hemen uyandı ve oğluna olanları anlattı. Oğlu da annesinin sözünü dinleyerek, gece yarısı yolcuların ineceği yere doğru koştu.
Karanlık ve serin bir gecede, yolcularla dolu alana gelen yaşlı kadının oğlu, kalabalığın arasından:
"Nevruz abi!" diye seslendi.
Bu ses, Nevruz'un kulağında uzun zamandır beklenen bir melodi gibi çınladı. İsmini duyan Nevruz, gencin yanına gitti. Genç, annesinin rüyasını anlatırken Nevruz'un kalbi huzurla doldu. Eğer o gece sırtındaki kitap çuvalıyla yoluna devam etseydi, jandarmaların dikkatini çekecek ve risaleler yüzünden hapse atılacaktı. Fakat bu beklenmedik misafirperverlik, onun yolculuğunu adeta bir mucizeye çevirmişti.
Gece boyunca ailenin sıcak evinde misafir edilen Nevruz, kendini güvende ve huzurlu hissetti. Sabahın ilk ışıklarıyla birlikte, ev sahiplerine minnettarlığını dile getirdi. Takip edilmemek için köyüne farklı bir yoldan dönmeye karar verdi. Bu gece, sadece bir konaklama değil, aynı zamanda ilahi bir korumaydı. Kader, Nevruz'u bir kez daha karanlıktan aydınlığa çıkarmıştı.
Adilcevaz'a dönüşü, Nevruz Çakan'ın ruhunda derin bir dönüşümün başlangıcıydı. Bediüzzaman'la karşılaşması, ona yeni bir hayat nefesi vermişti. Risale-i Nur hizmetine duyduğu aşk, yoksulluğunu gölgede bırakacak kadar güçlüydü. Her gece, mütevazı evi kalabalık derslere ev sahipliği yapıyordu. Zahmetle kazandığı azıcık parayla hazırladığı ikramlar, misafirlerine olan sevgisinin bir ifadesiydi. Çabaları, Risale-i Nur'un ışığını Adilcevaz'ın her köşesine taşıdı, birçok köyde anlamlı sohbetler filizlendirdi.
Gözlerindeki ışıltı, kalbindeki sevgi ve inançla birleşerek etrafındaki herkesi bu kutsî yolculuğa davet ediyordu. Her ders, onun için yeniden doğuş, her kelime ruhuna işleyen bir damla hayat suyu gibiydi. Yıllar önce kaybettiği evladına kavuşan bir annenin sevinci, onun risalelere duyduğu aşkla birleşiyordu. Okuduğu her cümle, gözlerinde yaş, kalbinde derin bir huzur uyandırıyordu. İçindeki nur, etrafındaki herkesi aydınlatıyordu.
Nevruz'un hizmet aşkı, köydeki birçok insan için bir ilham kaynağı oldu. Yoksulluğuna rağmen, kalbindeki sevgi ve inançla etrafına topladığı insanlar aracılığıyla bu ışık daha da güçlendi. Her akşam, risalelerin huzur veren sözleriyle dolu dersler, Nevruz'un sesi ve kalbinin melodisiyle birleşerek köyde umut dolu bir atmosfer........
© Risale Haber
visit website