Bilim, Akıl ve Vicdan: Sandalyeden Yaratıcıya Felsefi Bir Yolculuk–6
SCIENCE, REASON AND CONSCIENCE: A PHILOSOPHICAL JOURNEY FROM THE CHAIR TO THE CREATOR–6 (İngilizce için TIKLAYINIZ)
(TÜRKÇE VE İNGİLİZCE)
Farklı inançlara sahip üç kişi (yaratıcıya inanan, agnostik ve ateist), bir odada bir araya gelerek bir sandalyenin oluşumuna tanık olurlar. Ateist, sandalyenin kendiliğinden oluştuğunu -kendince- bilimsel açıklamalarla savunurken, yaratıcıya inanan kişi bu kusursuz düzenin ancak bir yaratıcı tarafından mümkün olabileceğini belirtir. Agnostik ise daha fazla kanıt gerektiğini belirterek tarafsız kalır.
Yaratıcıya inanan kişi, basit ve anlaşılır örneklerle karmaşık kavramları anlatmanın önemini vurgularken, Ateist bu örneklerin kâinattaki hassas düzeni açıklamaya yetmeyeceğini, doğadaki olayların basit insan yapımı olaylarla açıklanamayacağını iddia eder. Yaratıcıya inanan kişi ise basitleştirilmiş örneklerle anlatmanın bilimsel bir yöntem olduğunu ve bu yöntemin soyut kavramları somutlaştırarak daha kolay anlaşılmasını sağladığını bilimsel verilerle açıklar.
İki taraf da kendi argümanlarını savunurken, agnostik tartışmaya dahil olarak, her iki tarafın da bazı soruları yanıtsız bıraktığını belirtir. Agnostik, kesin bilgilere ulaşmanın zorluğundan bahseder ve daha fazla araştırma yapılması gerektiğini vurgular.
ALTINCI BÖLÜM:
Agnostik’in bu beklenmedik çıkışı, odadaki havayı tamamen değiştirmişti. İnançlı kişi ve Ateist, Agnostik’in sözlerini dikkatle dinliyor, kendi düşüncelerini yeniden gözden geçiriyorlardı. Sandalyenin varlığına dair tartışma, artık sadece bir inanç meselesi değil, aynı zamanda bilginin sınırları, şüphecilik ve kâinattaki düzenin kaynağı gibi daha derin felsefi soruları da içeriyordu.
İnançlı Kişi: Siz ve yaratıcıyı kabul etmeyen arkadaşınız aslında aynı noktada buluşuyorsunuz. İkiniz de yaratıcıya inanmıyorsunuz, ancak sizin farkınız "şimdilik" bir şüphe içinde olmanız. Ateist arkadaşınız tamamen reddederken, siz "belki olabilir ama bekleyelim" diyorsunuz. Bilimin, kapı kolunun nasıl aşağıya doğru indiğini veya kalemin defteri rastgele de olsa nasıl çizdiğini bulacağını umarak "bekleyelim" diyorsunuz. Yani "sonuçta ya bir yaratıcıya ulaşılacak ya da kapı kolunun nasıl aşağıya indiği veya kalemin defteri rastgele de olsa nasıl çizdiği nesnel, somut başka bir şekilde açıklanacak" diyorsunuz.
Bak şüpheci kardeşim, itiraz edeceğini bilsem de yaşanmış bir olayı sana anlatmak istiyorum: “Belki bizi dinleyen başkalarına faydalı olur veya sende bir etkisi olur ve neden anlatmadın denilmemesi için.” Ardından da öne sürdüğün fikirlerini teker teker ele almaya çalışacağım. Basit örneklerle açıklamaya gayret edeyim:
Birgün Hazret-i Ali’ye (ra) biri gelir ve der ki:[1]
Hazret-i Ali’nin (ra) cevabı şöyle olmuştur:
Hazret-i Ali (ra) devamında şunları söyler:
Bediüzzaman Hazretlerinin bu konuda harika ifadeleri vardır:
Dedi: Korkuyorum; belki batacağız.
Ona dedim: Bu Haliç'te tahminen kaç kayık var?
Dedi: Belki bin var.
Dedim: Senede kaç kayık gark olur?
Dedi: Bir iki tane. Bazı sene de hiç batmaz.
Dedim: Sene kaç gündür?
Dedi: Üç yüz altmış gündür.
Dedim: Senin vehmine ilişen ve korkuna dokunan batmak ihtimali, üç yüz altmış bin ihtimalden bir tek ihtimaldir. Böyle bir ihtimalden korkan, insan değil, hayvan da olamaz.
Hem ona dedim: Acaba kaç sene yaşamayı tahmin ediyorsun?
Dedi: Ben ihtiyarım. Belki on sene daha yaşamam ihtimali vardır.
Dedim: Ecel gizli olduğundan, her bir günde ölmek ihtimali var. Öyle ise, üç bin altı yüz günde her gün vefatın muhtemel. İşte, kayık gibi üç yüz binden bir ihtimal değil, belki üç binden bir ihtimalle bugün ölümün muhtemeldir. Titre ve ağla, vasiyet et.
Aklı başına geldi, titreyerek kayığa bindirdim.[4]
Bak şüpheci arkadaş, anlatmak istediğim bazı önemli noktalar var. İnanmanın ve bu inanca göre yaşamanın ne kadar önemli olduğunu vurgulamak istiyorum. İnanmamanın risklerine dair yaptığım bu değerlendirmeler, inanç ve akıl arasında bir köprü kurmayı amaçlıyor.
Hazreti Ali’nin (ra) ahiretin varlığına ilişkin cevabı, olasılıklar üzerinden mantıklı bir çıkarım yapmayı teşvik ediyor. "Ya varsa?" sorusu gerçekten düşündürücü. Bediüzzaman Said Nursi de inanç ve inancına göre yaşam yolunun kazandırabileceği ebedi mutluluğu vurguluyor.
İnanç, riskleri azaltır. Her iki yaklaşım da olasılıkların analiz edilerek, daha az risk taşıyan ve potansiyel olarak büyük kazanç sağlayan bir yolu seçmenin akıllıca olduğunu belirtiyor. Bu bakış açısıyla, yaratıcıya inanmanın hem bu dünya hem de ahiret açısından daha mantıklı ve güvenli bir tercih olduğunu söyleyebilirim.
İnanmak, insana sadece ahiret hayatında değil, bu dünyada da iç huzuru ve güven duygusunu sağlar. Bediüzzaman Said Nursi’nin belirttiği........
© Risale Haber
visit website