İnsaniyet-i Suğra ve İnsaniyet-i Kübra
Bediüzzaman Said Nursi eserlerinde zaman zaman “insaniyet-i suğra ve insaniyet-i kübra” kavramlarını kullanır. Bunlardan “insaniyet-i suğra” insan olmanın küçük ölçekte görüntülerini, “insaniyet-i kübra” ise insan olmanın kemalini ifade eder. Mesela şu ifadelerine bakalım:
“Ey ihvan-ı Müslimîn! Hal, lisân-ı hâl ile bize beşaret veriyor ki, sırr-ı قُلْ جَاءَ الْحَقُّ وَ زَهَقَ الْبَاطِلُ boynunu kaldırmış, el ile istikbale işaret edip, yüksek sesle ilân ediyor ki: Dehre ve tabâyi-i beşere, dâmen-i kıyâmete kadar hâkim olacak, yalnız âlem-i kevnde adalet-i ezeliyenin tecellî ve timsâli olan hakikat-i İslâmiyet’tir ki, asıl insaniyet-i kübrâ denilen şey odur. İnsaniyet-i suğrâ denilen mehâsin-i medeniyet, onun mukaddimesidir.”[1]
Bediüzzaman İslâm Dinini “Şu âlemde ezeli adaletin tecelli ve timsali” olarak görür. O, İslâm’ın ve Müslümanların istikbalinden daima ümit-vardır. Üstteki “De ki: Hak geldi, batıl........© Risale Haber
