Araştırmacıda olması gereken beş özellik
Bediüzzaman Muhakemat eserinde tahkik ehli olanlarda bulunması gereken beş özelliğe şöyle dikkat çeker:
“Muhakkikin şe’ni, gavvas olmak, zamanın tesiratından tecerrüt etmek, mâzinin âmâkına girmek, mantığın terazisiyle tartmak, her şeyin menbaını bulmaktır.”[1]
Muhakkik kelimesi mukallidin zıddıdır. Mukallid, başkalarının sözüyle hareket eder. Muhakkik ise bizzat araştırır, meseleyi delilleriyle bilir. Esas olan, taklit değil, tahkiktir. Körü körüne taklit, dinen kınanmıştır.
Taklitçilik, yalnız başına ayakta duramayan, daima tabi olacağı birilerini arayan, sorgulamayan muhakemesiz bir toplum ortaya çıkarır. Mevlâna, taklit konusunda şöyle der:
"Muhakkik, Hazreti Davud gibidir. Mukallit ise, ses yankısından ibarettir."[2]
Muhakkik, manaya aşinadır. Her şeyin hakikatini, içyüzünü bulmaya çalışır. Dinin nass’larının hikmetlerini araştırır. Neye, niçin inandığını bilir. Müçtehid seviyesine gelmemişse, gerçi o da taklit eder. Fakat bu taklit, körü körüne değildir; delillerini bilerek, hikmetlerini bularak hakka teslimiyetten ibarettir.
Şimdi Bediüzzaman’ın dikkat çektiği beş özelliğine biraz daha yakından bakalım:
1-Gavvas olmak
Gavvas, dalgıç demektir. Denizin maviliğini seyretmekle, o denize girmek aynı değildir. Hele hele o denize dalmak bambaşka bir zevktir. Dalgıç olan kimse, sahildekilerin göremediklerini görür, hayal bile edemedikleri inci ve mercanlara ulaşır.
İşte, bilgi denizinin dalgıcı olmak da böyledir.
2-Zamanın tesiratından tecerrüt etmek
Teneffüs ettiğimiz hava, sıcak veya soğuk olmasıyla bizi etkilediği gibi, içinde yaşadığımız zaman da değerlendirmelerimizde etkili olur. Tarihin derinliklerinde meydana gelmiş bir olayı, objektif bir yoruma tabi tutabilmek için -hayalen de olsa- manen o zamana gidip, o günün şartlarına göre yorumlamak lazımdır. Bunun bir örneğini, Bediüzzaman’ın asr-ı saadeti değerlendiren şu ibarelerinde görebiliriz:
“Şimdi zamana ait hayallerden sıyrıl ve muhite ait vehimlerden soyun. Sonra bu asrın sahilinden zaman denizine dal, Arap yarımadasına nâzır asr-ı saadet ceziresine çık. Ardından başını kaldır, o zamanın fikirlerinin sana diktiği elbiseyi giy. Sonra bu geniş sahraya nazar et! Gözüne ilk tecelli eden şu olacaktır: Tek başına bir insan. Ne yardımcısı var ne saltanatı… Ama tek başına dünyaya meydan okuyor, umuma hücum ediyor.[3] Omuzuna dünyadan daha büyük bir hakikati yüklendi. Eline bütün insanların saadetini sağlayacak bir şeriat aldı. Bu şeriat, sanki bütün İlâhî ilimlerin ve hakîki fenlerin bir özü ve hülasasıdır. Bu şeriat elbise gibi değil, bir cilt gibi hayattar, insanın istidadının gelişmesi nisbetinde o da genişliyor, dünya ve ahiret mutluluğunu netice veriyor. Bütün insanların hâllerini bir meclisteki insanların işlerini tanzim etmek kolaylığında nizama sokuyor…”[4]
Bilindiği gibi, insan........
© Risale Haber
